Ayıcık

Başlığın benim için ne anlama geldiğini ilerleyen satırlarda sizinle paylaşıyor olacağım. Fakat bundan önce, evde geçirdiğim şu günlerde neler yapıyorum kısaca size bahsetmek isterim…

Nisan aynın ortasında henüz Çanakkale’de ailemle beraber olduğum dönemde yazdığım karantina sürecindeki düşüncelerimi sizlerle şu yazımda paylaşmıştım. İçinizdeki çocuğa (bir tık odun olan o çocuğa) zaman ayırın ve anın keyfini çıkarın demiştim. Babaannemi kaybettikten sonra İstanbul’a dönünce, aslında evimde de hemen hemen aynı şeyleri yapmaya devam etitm. Bol bol kendimle kaldım, bol bol düşündüm ve bol bol hayallere daldım. Çanakkale günlerimden tek farkı, bunları yaparken artık denize bakamıyor olmamdı. Evet büyük kayıp, ama bu durum hayal kurmama engel değildi.

Geçtiğimiz günlerde Eda bana bir mail attı. Ama önce size kısaca Eda’dan bahsetmek istiyorum. Kendisi 2015 yılından beri blog sayfamın takipçisi. Hem de çok sıkı bir takipçisi. Ve kendisiyle 5 yıldır sadece mailleşiyorum. Bu süre zarfında bir kez dahi yüzyüze görüşmedik. Ama mail aracılığı ile bilgi paylaşımlarımız inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Kendisi benim için gerçekten çok özel biri. (15 Mayıs’da doğum günü. Nice mutlu senelere…) Evet, Eda geçtiğimiz günlerde mail aracılığı ile bir tweet paylaştı benimle. Tweete açtığımda Sertab Erener’in Twitter hesabında paylaşmış olduğu kısa bir video çıktı karşıma. Geçmişe ait, bir evin içinde dönemin en iyilerinin olduğu bir video. Sezen Aksu, Uzay Hepari, Levent Yüksel vb… Zaten Sertab’ı Twitter’dan takip ediyorsanız görmüşsünüzdür bu videoyu… İzledim, keyiflendim, duygulandım ve düşündüm… Zamanın su gibi akıp gittiğini, geçen bunca zamanda hayatımızda ne gibi güzellikleri yitirdiğimizi…

Bugün burada yazacaklarım kesinlikle sevgiyle, dostlukla, aşkla kısacası bireysel bağlarla, duygularla ilgili değil. Onların kıymeti hiçbir zaman değişmez. Nesiller değişse de, dünya değişse de sevgi, umut, acı, keder değişmez. Hep var olurlar. Benim ise o videodan sonra aklıma gelen ve bir süredir de zaten üzerinde düşünüyor olduğum alışkanlıklarımız üzerine. Evet çok sığ bir konu gibi geliyor kulağa. Duygular kadar derin gözükmüyor. Sevginin benlik üzerindeki etkisi kadar ağır ve etkili gibi durmuyor çünkü zamanla değişkenliğe uğruyor. Ama değişirken de bir çok güzelliği yok ediyor bize fark ettirmeden belki de.

Zamanın yok ettiği güzelliklerden ilk aklıma gelen şarkı dinleme kültürümüz oldu belki de. Ben plak dönemine denk gelecek kadar yaşlı değilim. Daha doğrusu benim dönemim kasetlerin yaygın olduğu dönemdi. Tabi ki plak, kaset, CD, dijital medya hepsini gördüm ve deneyimledim. Ki ne mutlu bana… Ama şu an müzik dinleme kültürümüze bakıyorum da… Eskiden bir sanatçının kasetini alıp, A yüzünü ya da B yüzünü takar tüm şarkıları tek tek dinlerdik. Bir sonraki şarkıya geçmek için ileri sarar dururduk. Kalem takardık, parmağımızla sarardık ya da hiçbirini yapmaz şarkıcının tüm şarkılarını tek tek, şarkı sözlerini de okuyarak hevesle takip ederdik. Peki ya şimdi? En son bir albümün tamamını ne zaman dinlediniz? Dilediğimiz playlist’i oluşturup istediğimiz şarkıları ard arda dinleyebiliyoruz. Ne değeri kaldı ki artık müzik dinlemenin? Çok kısa sürede, eskiden aklımıza dahi gelmeyecek kadar parçayı tüketir olduk. Peki eski şarkılar kadar keyif alıyor muyuz? Ben almıyorum.

Ardından düşünmeye devam ettim. Dijitalleşmenin hayatımızdan bir çok güzelliği yok ettiğine kederlenip durdum. Müzik kültüründen sonra, fotoğraflar geldi gözümün önüne. Eminim evde geçirdiğimiz bu günlerde hepiniz koltukların altında, ya da yatakların bazasının altında bir yerlerde gizli saklı kalmış fotoğraf albümlerinizi açıp düzenlediniz ya da göz gezdirdiniz… Sakın yapmadım demeyin, buna asla inanmam. Evet ben de kafamın attığı bir anda koltuğun altında duran ayakkabı kutumun içine sakladığım yüzlerce fotoğrafımı tek tek inceledim. Bebeklik fotoğraflarıma baktım, ailemin fotoğraflarına göz gezdirdim ve hepsine bakarken de o dönemleri bir şekilde gözlerimi kapatıp hayal etmeye çalıştım. Peki ya şimdi? Onlarca megapiksellik kamerası olan telefonlarımızla binlerce fotoğraf ve video çekiyoruz, ardından da bir çoğuna bir daha dönüp bakmıyoruz… Ne kadar da ÖZEL değil mi?

Bu yazdıklarım dijitalleşmenin hayatımızdan götürdükleri idi. Belki de zamanın hızla ilerlemesiyle kaybettiğimiz en acı verici şey hayal gücümüzü kaybetmek oldu. Normalde hayatımızı ikame ettirebilmek için o kadar yoğun bir tempoda çalışıyoruz ki, eve geldiğimizde kendimize ayıracak çok az vaktimiz kalıyor ve bunu da TV’nin karşısında film izleyerek geçiriyoruz. Ya da benzer bir etkinlikle. Kitap olabilir, müzik olabilir ya da ailemizle kısa bir vakit olabilir… Ancak evde geçirdiğimiz şu günlerde ben düşünmeye çok fazla vakit ayırdım. Onlarca hatta yüzlerce hayal kurdum. Kimi saçma sapan, kimi gerçekleşebilecek, kimi de ufacık bir çocuğun kuracağı basit hayaller. Belki oyuncaklarım olsaydı onlarla oynardım. (Şakaydı… Hepsi kolide gardırop üstünde duruyor.) Hayal gücümüzü kullanmayı ve kendimizle baş başa kalmayı da yitirmişiz zamanla. İşte başlığımın Ayıcık olmasının sebebi de bu. Ayıcık benim için iki anlam ifade ediyor. İkisi de güzel anıları hatırlatıyor bana. Bir tanesi jelibon ile ilgili üstte fotoğrafını gördüğünüz ayıcık. Anılar, hatıralar, hayaller ve umutlar…

Ama başlıktaki Ayıcık, çocukluğumdaki hayal gücümü bana hatırlatan, benim gerçek ayıcığım. Çok enteresan değil mi? Aramızda kalsın, çok sevdiğim bir insana benim çocukluğumda hayali arkadaşım vardı, onunla harika vakit geçiriyordum dediğimde bana; sen psikolojik sorunluymuşsun ne hayali arkadaşı? demişti… Sonra internette araştırmıştım ki, hayal kurmayı seven ve yalnız olan kimi çocuklar bu tip hayali arkadaşlara sahip olabilirlermiş. Galiba ileri safhaları biraz sorun oluyormuş. Neyse ki ben o kadar rahatsız değildim. Neyse gelelim şu ayıcığa; babaannemde kaldığım dönemlerde üst kattaki banyoda merdaneli çamaşır makinesi vardı. Ve o çamaşır makinesinin açık mavi bir kılıfı bulunuyordu. Bu kılıf ise, beyaz oval dikişlerle yapılmış fabrikasyon bir kılıftı. Ben klozet üstünde keyif yaparken (çocukluğumdan beri severmişim WC keyfini…) o merdaneli makinenin kılıfının dikişlerinden ayıcık şekli oluştururdum kafamda. Gerçekten de oval dikişler göbeği olan bir ayıcık gibi duruyordu. (Merak ettiyseniz hemen söyleyeyim o ayıcıkla konuşmuyordum. Sadece kafamda şekillerden simgeler ya da anlam ifade edecek yapılar oluşturmaya çalışıyordum.) Evet hayal gücümü kullanarak merdaneli bir çamaşır makinesinin kılıfından sevimli bir ayıcığa hayat veriyordum. Ya da yer döşemelerinin üzerindeki izlerden bir kılıç, gemi veya istila edilemeyecek kadar güçlü bir kale hayal edebiliyordum. Tabi ki size şu an koltuğunuza oturun ve boş duvarlara bakıp “gemicik” hayali kurun demeyeceğim. Ama çocukken hayal gücümüz ne kadar güçlüyken, zamanla bu gücümüzü nasıl geri plana ittiğimizi düşünmenizi isteyeceğim… Gerçekten bunu bir düşünün.

Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar…
– Albert Einstein.

İki tane şey yazayım dedim meğer ne kadar uzatmışım yazıyı ki yeni farkına varıyorum. Halbuki değişen başka bir çok alışkanlıklarımız var. Ben şurada bir iki tanesini ancak yazabilmişim. Eminim sizlerin aklına benim aklıma gelenlerden çok daha fazlası geliyordur. Çünkü ben son bir kaç gündür normalleşme sürecine girdiğimin farkına gizliden gizliye varıyorum. İş hazırlıkları, kitap okuma sıklığında birazcık azalma, ileri dönem alış veriş planlamaları gibi gibi. Havanın iyiden iyiye güzelleşmesi de bunu tetikliyor olabilir. Kısa nostaljik mekanlara yürüyüşler, yeniden Metallica albümlerine dönüş… Gel gelelim yine şu satırları yazarken Levent Yüksel’in en sevdiğim parçalarından biri olan “Kadınım” şarkısını dinliyorum.

Hani bir önceki yazımda demiştim ya; içinizdeki çocuğa zaman ayırın diye. Gerçekten de öyle yapın. Şu zorlu süreci bir daha ne zaman yaşarız; bir daha ne zaman iki ay boyunca evlerimize hapsoluruz bilinmez. Bu yüzden plan program yapmak yerine gizlice biraz çocuk olun. Kendinizle kalın. Düşünün, hayal kurun, ümitsizliğe kapılmayın. Sizin için değerli olan her şeyi, herkesi anımsayın. Geçmişte sıkıntı yaşadıklarınızı affedin. Eski alışkanlıklarınızı hatırlayın, yeniden onları yapabilseydiniz ne hissederdiniz kafanızda canlandırın. Ve tüm maddi varlıkların aslında ne kadar önemsiz olduğunu sakın aklınızdan çıkarmayın. Yaşamla ölüm arasında ufacık bir çizgi olduğunu sakın unutmayın. Evet bu yazımda sevgiden bahsetmek yok dedim ama bu; sevginin hayatınızda hep var olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Dünyanın en güzel şeyidir sevmek…

Karşılık beklemeden kalbinizi tüm insanlara açın. Bırakın içinizdeki sonsuz sevgiye ulaşsınlar. İçinizdeki sevginin farkına varsınlar.


Sevgilerle…
“Onur SUSAN”

Ayıcık” için bir yorum

  1. Sen çok değerlisin.

    Beğen

Lütfen bir cevap yazın.

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close