Uzun bir süredir kendime kaçış noktaları arıyordum… 2018 yılının Aralık ayından itibaren (9 Aralık akşamı) değerlerim üzerine çok yoğunlaştım. Daha doğrusu değer verdiğim şeyler üzerine de diyebiliriz. Çok kez yazılarımda belirtmişimdir; ciddi buhranlar yaşadığım anlarda kabuğuma çekilirim. İçimde fırtınalar kopar ancak ben sessizliğimi korurum… 6 ayı aşkın bir süredir de bu karakteristik özelliğimi devam ettiriyorum.
Bu süre zarfında sürekli yazarak biraz olsun rahatlamaya çalıştım. Özellikle Onurun Düşünceleri, (sanırım benim yaşadığım “gerçek hayatım”) en huzurlu olduğum yer oldu. Gerçek hayattaki Onur ise, başlı başına bir hayalden ibaretti. Şu an bu satırları da o hayalet yazıyor aklınızın bir köşesinde bulunsun…
Lafı çok uzatmadan konumuza dönelim. Kitap okumak benim için her zaman keyifli bir aktivite olmuştur. Ve bu keyif verici alışkanlığımın adresi de her zaman ev ortamı olmuştur. Nedense bir kaç deneme dışında ev ortamı haricinde kitap okuyamadığımı fark ettim (sessizlik ve kahve galiba huzur bulmamın diğer iki etkeni). Çok da büyük kayıp olmadığı için evde saatlerce ve gözümün dayanabildiğince kitap okumalara devam ediyorum.
Neden kitaplarda kaybolmak diye başlık attığım konusuna gelirsek; yine başa döneceğim… Aylardır kendime kaçış noktaları arıyorum, doğru. Fakat bu yazıya başlamamın bir sebebi var ki; birazdan oraya geleceğim. Gerçekten gülsem mi ağlasam mı bilemediğim bir sebep. Neyse; son dönemlerde yine çok fazla kitap okumaya başladım. Aslında sadece kitap değil, farkında olmadan dergilere de ciddi anlamda kapak attığımı fark ettim. Moda dergileri, teknoloji dergileri vb derken, galiba sonunda kaybolacağım bir dünya buldum dedim kendi kendime… Bu arada web sitelerinden okuduğum makaleleri vb şeyleri yazma gereği duymuyorum…
Son dönemlerde Taht Oyunları dizisi herkesin olduğu gibi benim de çevremi kasıp kavurmuş durumdaydı. Duyduklarım kadarıyla artık dizinin finali falan gösterilmiş ve uzun soluklu ve sevilen bir dizinin de sonu gelmiş. Hatırladığım kadarıyla bu dizinin ilk bölümü 2011 yılında yayına girmiş. Benim diziden haberdar olma tarihim ise 2014 olmuştu. Bu benim, popüler dizilerle ne kadar alakasız olduğumun da bir göstergesi aslında. Neyse ki ben diziye değil kitaba başlamayı uygun görmüşüm ve 2014 yılında serinin ilk kitabını almışım. O dönemlerde hatırlıyorum da kitabın sonuna geldiğimde mesai arkadaşım bana “Onurcum diziyi nasıl izlemezsin, mükemmel bir dizi bir solukta izleyeceksin” demişti de internetten ilk bölümünü izlemeye başlamıştım…
Bir hevesle başlamıştım ancak okuduğum kitapta kafamda canlandırdığım dünya ile dizi arasında pek benzerlik bulamamıştım. Aslında benzerlik vardı fakat, kitap çok daha yoğun ve keyifliydi. Dizi ise çok sığ ve kısa gelmişti. Ancak itiraf etmeliyim ki sadece Lena Headey (Cercei Lannister) için birinci sezonun sonuna kadar diziyi takip etmiştim. Ki hala benim için dizinin izlenmesi için tek sebep o kadındır… (Bu arada 300 Spartalı filminde de Leonidas’ı hep bu kadın yüzünden kıskanmışımdır.) Gel gelelim ben bu etraftaki dizi sonu çılgınlığı yüzünden kitaba yeniden başladım. Evet daha önce okumuş olduğum fakat serinin kitaplarının devamını getirmediğim 850 sayfalık ilk kitaba en baştan başladım… (Ah Cercei Lannister sen çok kötü bir kadınsın.)
Peki kitaba yeniden başladım ama, zaten okuduğum başka kitaplar yok muydu? Tabi ki vardı… Homeros’un Odysseia eseri, Stephen Hawkings’den Zamanın Kısa Tarihi ve bu kitapların yanında bir de KAFKA’nın Milena’ya Mektuplar kitabı… (Ve işte gülsem mi ağlasam mı kısmına geldik…) Birden fazla kitabı aynı anda okuyabilen çok kişi tanıyorum. Bu sebeple sakın “bu kadar kitap aynı anda okunur muymuş” demeyin. Okunuyor… Tıpkı farklı farklı dizileri aynı anda seyretmek gibi düşünebilirsiniz…
İşte son zamanlarda onlarca dergi, kitap derken… Yeni bir dünyanın içinde “hayal kırıklıklarından” biraz olsun kurtulabileceğim diye düşünürken; hangi kafayla gittin Kafka’nın Milenaya yazdığı mektupların kitabını aldın Onur dedim bir süre sonra kendi kendime. Hayatında Milena’yı iki defa görmüş bir adamın bu kadına gönderdiği aşk mektuplarını okudukça, aslında ne kadar yanlış bir seçim yaptığımı kendi kendime farketmiş oldum. Bu arada okudukça da Kafka’ya saygı duydum… O kadar duyarlı ve hassas mektuplar ki bunlar. (Yine küçük bir not olarak belirtmek isterim ki; benim için Aşk denince Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı kitabı gelir. Sanırım hayalimdeki Füsun’a bir zamanlar kavuşmuştum… Fakat o kadını kaybetmem çok çabuk oldu…)
Yazdığı mektubun bir bölümünde Milena’ya şuna benzer bir cümle sarfetmiş Kafka… “Sevgili Milena; mektubuma bir cevap alamadım; acaba daha önce yazdığım cümlelerimde seni rahatsız edecek bir söylemde mi bulundum…” Bu mektuptaki satırları okuduğumda kendi kendime dedim ki; demek ki aşık insanlar gerçekten aşık olduğu kadınlara bu kadar hassas yaklaşabiliyorlar… Sonra da Whatsapp’dan aşık olduğum kadına buna benzer bir şey sorduğumda aldığım cevap gelmişti aklıma… “Beklentin nedir Onur?” diye… Acaba Kafka’nın da bir beklentisi var mıydı? Kesinlikle vardı… Aşık olduğu kadına kavuşmak istiyordu. Bundan daha doğal ne beklenti olabilir ki?
Kafka ve Milena bu mektuplaşmalar sonunda bir kaç kez daha görüşebilmişler… Tabi günümüzde iletişimin bu kadar kolay olduğu göz önüne alınırsa, o dönemde yaşanan heyecanı ve mutluluğu kelimelere dökemeyiz buna eminim. Her neyse; işte kitaplarda kaybolup biraz olsun rahatlamak istemişken, Kafka’nın Milena’ya yolladığı mektuplarda kendi duygularımı bulmam ve yine hayalet Onur’un var olduğu gerçek hayata ulaşmam bu şekilde oldu… Mektuplar arasındaki anlamlı ve duygu yüklü satırlar, bitmek bilmeyen umutlar ve heyecanlar.
İşte gülsem mi ağlasam mı bilemedim? dediğim durumun ortaya çıkması, belki de kendime bahane bulmak için çabalamamla alakalıydı. Ne yaparsam yapayım belki de yaptığım her şeyi, bir noktaya bağlama çabasındayım. Merak ettiğim şey; acaba ben de Kafka gibi, günün birinde aşık olduğu kadına kavuşmanın mutluluğunu kısacık süre bile olsa yaşayacak mıyım? Yoksa cevapsız kalan mektuplarımı yazmaya ömür boyu devam mı edeceğim?
Sevgilerle…
“Onur SUSAN”
Aynı bende böyle geçirdiğim büyük bunalımda kendimi Kafka’nın mektuplarında bulmuştum. Milena’dan sonra Felice’ı okudum ama favorim hala Milena. Çok etkileyici bir kitaptı benim için.
Bana da beklerim, sevgilerimle. 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim yorumun için 🙏🏻
BeğenBeğen