Önceki gece erken yatmış olduğum halde sabah uyanmakta zorluk çekiyorum. Belki de bunun sebebi geceleri belirli aralıklarda uykumdan uyandığım içindir. Çeşitli mecralarda okuduğum kadarıyla aslında dört ya da beş saatlik bir uyku insana yetiyormuş. Sanırım ben o grubun içine girmiyorum. Baş ucumda duran telefonumun ekranına hafif bir vuruş ile ekranı uyandırıyorum ve herhangi bir bildirim olup olmadığına bakıyorum. Sevinsem mi üzülsem mi bilmiyorum ama en azından herhangi bir bildirim yok… Galiba bu iyi bir şey.
Hava yine çok güzel. Galiba bahar kendini iyice göstermeye başladı. Tabi bu koca şehrin içinde baharın güzelliğini ne kadar tadabiliriz ayrı bir konu ama en azından güneşin verdiği bu küçük huzur bile çoğu zaman yetiyor da artıyor benim için. Bir kaç gün önce dolabımdaki eşyaları düzenlerken o minik oyuncak gözüme çarpınca kendime bir söz vermiştim. Aslında bakmayın kendime bahane arıyorum, ancak bu izin günüm sanırım kendime verdiğim o sözü tutmak için en doğru zaman olsa gerek…
Şu kahverengi gözleri ve burnu oyulmuş minik oyuncak. Elime alıp biraz inceliyorum. Aslında o kadar basit ve kalitesiz ki… Sokakta yerde görseniz dönüp bakmazsınız bile. Fakat bir eşyanın değeri sadece para ile ölçülebilir mi? Neyse ki bu düşünceler kafamdan bir çırpıda uçup gidiyor, yüzümde küçük bir tebessüm ile. Evin içinde kendi kendime bunları mı düşüneceğim? Bu güzel havanın tadını kısa bir yürüyüş ile geçirmenin tam vakti diyorum kendime.
Evden dışarı adımımı atınca gerçekten de baharın geldiğini daha iyi hissediyorum. Yolun kenarından yürürken, karşı kaldırımda bulunan ağaçların dallarında onlarca kuşun cıvıltısı bana eşlik ediyor. Bilerek oradan yürümüyorum, çünkü kaldırımın üstü yol boyunca kuş pisliği ile dolu. Belli mi olur, hiç beklenmedik bir anda bu bıcırık kuşlar oyun oynarken birden üstüme pisleyiverirler… Sesleri huzur veriyor ama pislemeleri hiç de hoşuma gitmez hani.
Kompsan denilen bu sokakta hangi duygularla yürüdüğümü düşünüyorum yavaş adımlar atarken kendi kendime. Kimi zaman kışın ortasında gecenin bir yarısı, kimi zaman yine izin günümde yağmurlu bir günde, kimi zaman hem sırtımda hem de elimde çantalarım ile… O günlerden sonra da artık sadece işe gidip gelirken, elimde spor çantam ile. Bu yolu ilk keşfettiğim o günü de getiriyorum hemen aklıma. Aslında doğrusu; keşfettiğimiz… İyi ki diyorum ve yürümeye yavaş adımlarımla devam ediyorum. Sokak çocukları bağırıp çağırıyorlar. Nasıl bir oyun oynamaksa bu. Hep bir kovalamaca… Gerçi çocukluğumu düşünüyorum da; bende sokakta büyüdüğüm için onlara hak veriyorum. O kadar eğlenceliydi ki, kir toz içinde sokakta oynamak…
Tabi ben bu düşüncelerle yoluma devam ederken, köşede çöp konteynırlarının olduğu, kapı gibi bir girişin yer aldığı, iki tarafında da teller ve ağaçların bulunduğu o dar kısa yola varıyorum. En fazla yirmi adımlık bu yol akşamları ışık almayan, genellikle kurye motorlarının kestirme olarak kullandığı çok kısa bir yürüyüş yolu. Akşamları karanlıkta biraz insanı ürküten bu yolda gündüzleri insanlar rahat bir şekilde yürüyebiliyor. Neyse ki konteynırın yanında üç dört tane kedi çöpleri karıştırırken keyiflerinin yerinde olduğunu; sanki bu yoldan hiç korkmamam gerektiğini ima ederlermiş gibi bir bakış atıyorlar bana. Bu dar yoldan da geçtikten sonra sağa dönüyorum ve bir çok hatıramın yer aldığı “köşe” adını verdiğim yol kenarına doğru yol alıyorum.
Köşe adını verdiğim bu yol kenarı ile ilgili o kadar çok hatıra var ki aklımda… Eskiden bu yol kenarına doğru yürürken kalbim sürekli heyecan içinde çarpardı. Fakat uzun zamandır iş çıkışı, ara sokağa girmeden hep o yolun kenarına kısa bir bakış atıyorum. Aslında hem işe giderken bir kez arkamı dönüp, hem de işten dönerken kompsan yoluna girmeden… Meğer uzun zamandır o yolun köşesi benim için gerçeklerle yüzleşmeye cesaret edemediğim bir mekan oluvermiş. Çok az zaman oraya kadar adım atabiliyor olmuşum geçen bunca süre içinde. Fakat bugün yine cesaretimi toplayıp, gerçeklerle yüzleşecek gücü kendimde bulduğum ender zamanlardan biri. Ve emin adımlarla ve gözlerim o köşeye odaklanmış şekilde yürümeye devam ediyorum…
Yolun köşesine emin adımlarla yaklaşırken; aslında asıl cesaretin, sağa doğru dönüp o sessiz, yalnız banka gidebilmek olduğunu da düşünüp duruyorum. Kendimi bunu yapabileceğime inandırıp kalbimin biraz sakinleşmesini ümit ediyorum. Neyse ki, yolun kenarına gelip kafamı sağa çevirdiğimde bomboş bir sokağın olduğunu görmek biraz olsun cesaretlenmeme yetiyor. Hemen ilerde benim sırdaşım yalnız başına beni bekliyor. En azından kimse yokken, sırdaşımla dertleşme vakti diye düşünüyorum ve adımlarımı hızlandırıyorum.
Geceleri rüyalarımda bile bana eşlik eden sırdaşım hiç değişmemiş. Aynı samimiyetiyle ve sessizliğiyle yine düşüncelerime eşlik ediyor. Bu banka oturunca yaptığım ilk şey her zaman derin bir nefes almak olmuştur… Bugün de aynı şeyi yapıyorum ve başımı gök yüzüne kaldırıp derin bir nefes alıyorum. Gözlerimi kapattığımda yine burada yaşadığım onlarca anı bir bir karanlığın içinde belirmeye başlıyor kısacık bir zaman içinde.
Bacak bacak üstüne attıktan sonra kafamı sağa çeviriyorum… Sanki elli adım ötede; sitenin güvenlik kulübesinin önünden sevimli beyaz bir köpek koşarak çıkıverecekmiş gibi hissediyorum birden. Özgürlüğün keyfini sürmek için minik patileriyle sağa sola koşan, kovalamak için kedi arayan ya da bir köşe başına çişini yapmak isteyen güzel bir köpek… Tabi onun bu özgürlüğü sahibinin elinde tuttuğu tasmanın kayışının uzunluğu kadar… Bu güzel köpek koşmaya çalıştıkça tasmasının kayışı uzuyor ve bir mesafede son buluyor; işte bu son buluşta da sahibinin ona ayak uydurabilmek için hızlı adımlarla ya da hafif tempoda koşmaları başlıyor… Önce yolun karşısına geçiyorlar, sonra da bu sevimli köpek koşar adımlarla benim sesime doğru geliyor.
Bir an bu eski anılar gözümde canlanırken; acaba diye düşünüyorum. Bu güzel kız şimdi nerelerde, hangi kedilerin peşinde koşuyor özgürce? Acaba sahibi de yine elinde tasmanın tutma yeriyle bu güzel kızın peşinden koşup; “yavaş yavaş acele etme kızım” diye sesleniyor mudur koşar adımlarla onu takip ederken? Doğrusu; sahibi demem yanlış oldu. Annesi demeliyim ona. Çünkü bu kıza sevgilerin en güzelini veren, ondan hiçbir karşılık beklemeden onu bağrına basan bir anne…
Annesini gözlerimin önüne getirince, yine aklıma onlarca hatıra düşüveriyor bankın üstünde otururken… Kısa bir süre de olsa, bu güzel kızın babasıyken; annesinin kızımıza sinirlendiği zamanlar geliyor gözlerimin önüne. Kızımıza dudağımı uzattığımda bıkmadan usanmadan dakikalarca dudağımı ve dişlerimi yaladığı zamanlarda annesi ona; “Hayır! Yeter! Hayır kızım, dur. Tamam” diye kızardı. Tabi kızımız pek oralı olmazdı. Ben de annesine inat kızımıza dudağımı uzatmaya devam eder, onunla doya doya öpüşürdüm… Şu an öğle vaktinde, bu bankın üzerinde o zamanları anımsıyorken, acaba şimdi kızım yeni babasının da dudaklarını ve dişlerini dakikalarca öpüyor mudur acaba? Annesi yine kızıma sinirleniyor mudur bu öpüşmeler yüzünden? Peki ya kızım acaba yine kıskançlık yapıyor mudur? Evin bir köşesine gece vakti çiş yapıp kimseciklere belli etmeden, annesiyle babası birbirlerine sarılıp uyumuşken…
Sırdaşımla bu hatıralarımı ve merakımı paylaşırken; bir gece vakti kızımın annesiyle bu bankta oturduğum o gün geldi aklıma. İlk defa kirpileri fark ettiğimiz, onların o güzel “fik fik” seslerini dinlediğimiz gece. Tabi o zaman güzel kızımız yoktu hayatımızda. Yeni bir birlikteliğin başlangıcı vardı o zamanlar… Ve bu birlikteliğin şahidi sevimli minik kirpiler… Birden neden bu kadar geçmiş anılara doğru gittiğimi anlayamadım. Keşke zamanı geriye alabilecek gücüm olsaydı. Sadece bir defalığına. Onlarca kez değil, sadece bir defa… Daha da geriye gitsem; bankta oturduğum o geceye değil… Ona attığım ilk mesajın yaşandığı güne. Güzel kızımın annesini gördüğüm o ilk güne.
Tüm bu düşüncelerin boş olduğunu bile bile yine bankta onlarca dakika geçiriyorum. Banktan kalkmadan önce son bir kez cesaretimi toplayıp elime telefonumu alıyorum ve kişi listemde kızımın annesinin ismine dokunuyorum. Telefonumu kulağıma götürmemle, meşgule düşürme sesini duymam bir oluyor… Neden bu engeller diye sebebini bilmeden kendime soruyorum. Bir insanın hayatında “bir hiç” olmaya neyin sebep olduğunu anlayamadan biraz kırılmış bir şekilde sırdaşımla vedalaşıyorum. Bu sokağa bir sonraki ziyaretimin ne zaman olacağını bilmeden, bu günkü hayallerimin başlangıcı olan güvenlik kulübesinin olduğu yere son bir kez bakıyorum. Belki kızımla annesi orada belirir diye…
Bir iç çekip yavaş adımlarla geri dönüyorum evime…
Sevgilerle…
“Onur SUSAN”
Karşı tarafı incitmeyen lakin kendi incinen ne kadar güzel ve naif bir yazı.
Etkilendim.
BeğenBeğen
Çok teşekkür ederim…
BeğenLiked by 1 kişi
Şöyle bir oturup kalktım o bankta ….
BeğenBeğen
Bence hayallere de dalmalısın o bankta…
BeğenBeğen