Yok Olmak Zamanı Şimdi

İnsana tebessüm ettiren bir rüzgar esiyordu balkonda yine… Dalgaların sesi, yol kenarında banklarda oturan insanların sohbeti, koşturan ve sevinç çığlıkları atan ufak çocukların neşesi. Her şey o kadar güzel gözüküyor ki. İnsanın içine ister istemez bir huzur yerleşiyordu. Hiçbir çaba sarf etmenize gerek kalmadan sizi bulan bir huzur. Zaten buraya gelmemin sebebi de bu değil miydi?

Ve yine küçük tren geçiyor balkonun önünden… Vagonlarında anneleriyle oturan çocuklar etrafa gülücükler atıyorlar. Ve onlara el sallayan yol kenarından yürüyen insanlar… Ben bile bu yaşıma rağmen o ufak trene binmek istedim çocukların o heyecanını görünce. Zaten ona da söz verdim buraya geldiğinde seni bu trene bindireceğim diye. Telefonumu elime alıyorum ve yine boş boş ana ekranda parmağımı kaydırıyorum ve kilitleyip masaya bırakıyorum. Haydi özledim de, yarın görüşeceğiz de, sana sarılmak istiyorum de… Ama yok. Dakikalardır telefonuma mesaj gelmiyor. Dayanamıyorum ve ben yazıyorum. “Her an aklımdasın…” Kısa bir süre sonra cevap veriyor. (Kalp) Biliyorum çok yoğun. Aile ortamında koşturmaca içinde. Ve bu kadar yoğunluk arasında bir de benimle ilgilenmeye çalışıyor… Bunlar aklıma geldikçe daha fazla heyecan duyuyorum ona karşı.

Ertesi sabah hiç olmayacak gibi geliyor bana balkonda tek başıma oturup etrafı izlerken… Çünkü yarın iki buçuk saatlik bir yolculuk sonunda onu göreceğim. Ona sarılacağım, onun saçlarına dokunacağım ve onun gözlerine bakacağım. Bir an önce uykumun gelmesini ve yatağa girmeyi istiyorum. Ama nafile… Su ısıtıcısını çalıştırıp kendime bir kahve daha hazırlıyorum. Uykusuz kalacağımı bile bile kahvemi gecenin bir yarısı içiyorum. Ve elime telefonu alıp ona yine bir mesaj yazıyorum; “Seni düşünmeden duramıyorum…” Ve yine kısa bir süre sonra cevap geliyor. (Mavi kalp)

Mavi kalpleri sevmiyorum… Kalp aşkın sevginin simgesi değil midir? Peki kalp kırmızıdan başka bir renge nasıl bürünebilir? Ama önemli değil, kalbi gönderen o olduğu sürece rengin önemi var mı ki… Yavaş yavaş uykumun geldiğini hissediyorum. Göz kapaklarım yavaş yavaş kapanır gibi oluyor. Ve aynı anda içime bir heyecan basıyor… Ertesi sabah onu görecek olmamın verdiği heyecan bir anda tüm bedenimi sarıyor. Odama geçip yatağıma yatıyorum. Derin bir uykuya dalmayı hayal ediyorum…

Bu sabah annem ve babamda erken uyanmış. Ne de olsa keyifli bir yolculuk beni bekliyor. Çünkü gideceğim adres benim için sevginin, huzurun, mutluluğun adresi… Erkenden kahvaltımı yapıyorum, çünkü öğle saatinde yola çıkmam lazım. Babamla beraber eğlenceli ve macreralı bir yolculuk sonunda doğru adresi buluyoruz ve kalbim gittikçe hızlı bir şekilde çarpmaya başlıyor… Telefonumun navigasyon ekranında kalan süre 1dk yazıyor. Elime telefonu alıp onu arıyorum. Geldiğimi haber veriyorum…

Ve o an…

Sadece şu kelimelerle ifade edebilirim onu gördüğüm an hissettiklerimi;
Ah bu koku, bu ten bu dokunuş… Ah bu delilik sarsar bedenimi…
Yok olmak zamanı şimdi.

Sımsıkı sarılıyorum ona… Saçlarını kokluyor, burnumu teninden ayıramıyorum. Öyle hasret kalmışım ki bu kokuya, o an sadece aklımdan bunları geçiriyorum. Tek bir kelime etmiyorum. Sadece nefes alıp veriyorum. Bir süre bu şekilde sessizce kalıyorum. Kokluyorum… Daha derin bir şekilde içime çekiyorum. Bırakmak istemiyorum. Bu anın hayalini günlerdir kuruyorken, bitmesinden korkuyorum. Ama biteceğini de biliyorum. Tekrar derin bir nefes alıyorum ve onun kokusunu yeniden uzun uzun içime çekiyorum.

Bir süre gözlerini seyrediyorum ve ardından kısa bir sohbet geçiyor aramızda. Hüzün dolu. Acı dolu. Yüzünden belli olmasına rağmen hayat enerjisinden bir şey kaybetmemiş gibi görünmeye çalışıyor karşımda. Ne kadar zor olduğunu biliyorum ama onun derdine çare olamıyorum. Kimse olamıyor… Bu kısa bakışmalar ve sohbetten sonra çay bahçesine gidip birer kahve içiyoruz… Şimdi biraz daha normal gibi. Gözlerine bakıyorum uzun uzun. Yüzünün her detayını hafızama kazıyorum yeniden. Ondan ayrılınca hiçbir noktayı unutmayayım diye… Hafif esen rüzgarda saçları uçuşuyor… Sigrasını yakıyor kahvesini içerken. Hemen arkamızdaki masanın yanında dün sevdiği beyaz köpeği gösteriyor bana. O sevimli köpeğe bakıyorum kısa bir süreliğine… Ancak kısıtlı zamanımı başka şeylerle geçirmeye niyetli olmadığım için yeniden bakışlarımı ona çeviriyorum. Sigarayı tutuşunu, dudaklarına götürüşünü, içine çekişini ve ardından kahvesinden bir yudum alışını…

Zaman su gibi akıp gidiyor… Sayılı saatlerin bu kadar çabuk geçeceğini hiç tahmin etmiyordum. Vedalaşmak o kadar zor geliyor ki. Sımsıkı sarılıyorum ve yine derin derin içime çekiyorum onun kokusunu… Gözlerinin içine bakıp bir hafta sonra görüşebilmenin umuduyla “hoşçakal” diyebiliyorum sadece. Ve ardıma bakamadan yanından ayrılıyorum. İçimde buruk bir kalp ile. Ayrılmanın acısı ile…

Geçen haftaya benzer bir gece yaşıyorum yine… Balkonda tek başımayım ve ertesi sabahın hayalini kuruyorum. Yalnız geçen haftadan büyük bir farkla. Bu defa o bana geliyor. Hem de bir kaç saatliğine değil, bir kaç günlüğüne… Bunları düşününce, yüzümde bir tebessümle beraber aynı anda kalbimde bir ritm bozukluğu beliriyor. Sanki saatlerdir koşuyormuşum gibi bir tempoda atmaya başlıyor. Derin bir nefes alıp sakinleşiyorum. Ve yine gece sabah olmuyor. Yatağımda sağa sola dönüyorum, gecenin bir yarısı ona mesaj atıyorum, yolculuğunu soruyorum, boş boş tavanı seyrediyorum.

Bu sabahta ailece erken kalkıyoruz. Benim kalktığım söylenemez. Zaten hiç uyumadım ki, kalkayım… Ondan yaklaştığında bana mesaj atmasını istemiştim. Fakat söylediği saat yaklaştı ve hala bir mesaj yok. Açıkçası biraz tedirgin oluyorum. Yine de hazırlanmaya başlıyorum. Önce duş, üst baş derken elimde telefon gelecek çağrıyı bekliyorum… İneceğini söylediği saati tam 7dk geçti. Ve sonunda arıyor. “Ben geldim, bekliyorum…” Halbuki yaklaştığında haber vermesini söylemiştim. Meğer uyuya kalmış. Uzun bir yolculuktan sonra normal tabi uyuya kalması. Hemen araçla otogara gidiyoruz. Ve yine hayallerimin gerçek olduğu bir an… Yeniden ona kavuşmak, yeniden ona sarılmak ve yeniden onu koklamak… Ve içimde kopan fırtınalar.

Kahvaltı hazırlıyor balkonda sohbet ettiğimiz sırada annem bize… Tabi ki anneme yardım etmek için hemen ayaklanıyor. Mutafağa geçiyor ve ne kadar becerikli olduğunu kanıtlamaya çalışırmışçasına “ben yaparım” tavrından vazgeçmiyor bir süre. Neyse ki çoğu şey önceden hazır olduğundan sofraya oturuyoruz ve kahvaltımızı yapıyoruz. Muhteşem bir günün başlangıcı başka nasıl olabilirdi ki? Güzel bir kahvaltı sonunda, sıra türk kahvesi içmeye gelince yine ayaklanıyor ve ben yapacağım diyor… Çantasından kahve çıkarıyor. Bize getirmiş. “Bundan yapacağım size” diyor. Bol köpüklü bir kahve eşliğinde sohbet ediyoruz ve sonrasında deniz kenarına inmek için hazırlanıyoruz.

Bir kaç saatimiz deniz kenarında baş başa geçiyor. Dalgaların sesi, hafif esen rüzgar ve güneş… Ve bunlara ek bol bol onun güzel yüzünü seyretmek. Öğle saatleri bu şekilde beraber keyif dolu geçtikten sonra otele geçme vakti geldiğini düşünerek önce eve geçiyor sonra da eşyalarımızı alıp otelin yolunu tutuyoruz… Anahtarımızı teslim alıp odamıza geçtikten sonra duş alıp huzur dolu bir uyku çekiyoruz oteldeki neşeli çocukların çığlıkları eşliğinde…

Akaşm otel yemeğini kaçırıyoruz… Birbirimize kocaman gözlerle bakarak, “bu kadar uyunur mu” diyoruz. Üstümüzü giyinip hazırlanıyoruz ve akşam yemeği yiyebilmek için el ele limana doğru yol alıyoruz. Sol tarafımızda sonsuzluğa uzanırmışçasına deniz, sağ tarafımızda kafeler, lokantalar, barlar. Sıkıca tutuyorum elini, sanki kaçıp gidermiş diye korkarcasına sıkı bir şekilde hemde. Ara sıra “acıdı biraz rahat bırak elimi” diyor. Kendimi kaybettiğimi fark edip hemen gevşetiyorum. Yine yan tarafımızdaki bir kafede canlı müzik çalıyor… Müziği mırıldanıyor güzel sesiyle.

Bir balık restoranına girip sipariş veriyoruz. Sohbet ederek balıklarımızı yedikten sonra çarşıda yürüyüşümüze devam ediyoruz. Sonrasında canımız dondurma çekiyor. Siyah mı beyaz mı diye düşünüyoruz. O vanilyada karar verirken ben çikolatayı tercih ediyorum. Bir de çikolata sosuna bandırıp üstüne fındık fıstık ekletiyoruz. Külahın yanlarından ellerimize dondurmayı akıta akıta keyifle yiyoruz. Birbirimize bakıyoruz ve gülüyoruz. Bu dakikaların son bulmaması için içimden dua ediyorum. Onun gülüşünü seyretmeyi her şeye tercih edeceğimi düşünüyorum ona fark ettirmeden içimden sessizce. Elini alıyorum ve dudaklarıma götürüyorum…

Gecenin bir yarısı kaşınarak uyanıyoruz ikimizde. Ve kaşıntının yanında kulağımızın içine giren bir vızıltı ile. Lambayı yakıp duvarları inceliyoruz. Önce ilk hamle ondan geliyor iki elini birbirine çarpması ile. Avucunun içini gösteriyor bana neşeli bir şekilde. İlk sayıyı o almıştı. Galiba huzurlu ve sessiz bir uyku bizi bekliyordu… Derken yeni bir vızıltı uykumuzdan uyandırıyor yine ikimizi de. Tekrar yakıyoruz ışığı. Bu kez ilk hamle benden geliyor. Ve ben avucumu gösteriyorum ona… Beraberliği yakaladım diyorum. Gülüyoruz yarı uykulu bir şekilde. Tekrar ışığı kapatıp yastıklarımıza gömüyoruz kafamızı. Ve uykuya dalmadan yarın sinek ilacı almayı unutmamamız gerektiğini birbirimize tembihliyoruz.

Dün akşam yemeğini kaçırdık, sabah da kahvaltıyı… Ancak bir bahanemiz vardı ikimizinde. Gece sineklerle savaşmıştık. Kazanan biz olmuştuk ama uykumuzdan da feragat etmiştik. Bu bize güzel bir kahvaltıya mal olmuştu. Ama biz çözümü çoktan bulmuştuk. Annemlere geçip kendimize güzel bir kahvaltı hazırlayabilirdik. Ve öyle de yaptık. Ardından ailece keyifli bir gezintiye çıktık. Yemek, deniz ve alkol derken akşam saati yaklaşmıştı. Otele döndüğümüzde yine uykusuz bir şekilde biraz şekerleme yapmak niyetiyle yatağa girdik ve dün akşamki senaryo ile karşılaştık… Akşam yemeğini yine kaçırmıştık. Neyse ki aç değildik. Geç saatlerde yemek yediğimiz için bu akşamı sadece dondurma ve kahve ile geçiştirdik. Sonrasında otele dönüp güzel bir uyku çektik…

Kahvaltı yapmadan başladığımız bir sabah daha… Sabah da denmez aslında öğle olmuştu yine. Bu kez otelden dışarı çıkmamaya karar verdik. Zaten yarın akşam İstanbul’a dönüş vardı. Son günümüzü deniz, kum ve güneş ile geçirmeye kararlıydık. Hazırlandık ve şezlongların yolunu tuttuk. Kah karnımız acıktı tost yedik, kah sıcaktan bunaldık birer çay içtik, baktık olmadı üstüne kahve içtik ve bol bol güneş eşliğinde keyifli dakikalar geçirdik. Bu kez kararlıydık, akşam yemeğini kaçırmayacaktık. Ve öyle de yaptık. Zamanında hazırlanıp, yemeğimizi yedik ve oteldeki son gecemizde limana bir yürüyüş yaptık… Ve yine dondurmalarımızla el ele yürüdükten sonra otelin balkonunda sabahın erken saatlerine kadar yıldızları seyredip dalgaların büyüleyici sesine kulak verdik.

Ve kısa tatilimizin son sabahına onun gözlerine bakarak uyandım. Sanki uykusunda bile dudaklarına o şekli bilinçli olarak veriyor gibi. Ciddi bir dudak ifadesi. Bir şey düşünüyormuş gibi. Saçlarını düzelttim. Yüzü daha da belirginleşti. Dakikalarca seyrettim. Onu uyurken seyretmek en az gülerken seyretmek kadar keyifli… Uyandıktan sonra hazırlanıp çıkış işlemlerimizi yaptık ve ailemin yanına geçtik. Son bir deniz keyfinden sonra akşam yemeğine hazırlandık ve ailece bir yemek yedikten sonra otogarın yolunu tuttuk… Annem ve babam ile vedalaştıktan sonra İstanbul’a doğru yolculuğumuza başladık.

Aşk nedir ne hissettirir ya da sana kendini nasıl belli eder; kelimelerle ne şekilde ifade edilir bilemiyorum. Fakat bir kelime ile özetle deseler çok net bir şekilde onun adını söylerim. Aşk benim için beş harften ibaret derim. Keza İstanbul’da beraber geçirdiğimiz günler içinde yalın bir şekilde “büyüleyici” diyebilirim… Ya da akıl almaz bir rüya. Onunla beraber geçirdiğim her saniye hafızamın ve kalbimin en nadide köşelerinde yerini almış durumda.

Derken gün gelir, ayrılık vakti olur… Kısa mı uzun mu bilemezsin. Gece uyku uyuyamaz sabah olsun istemezsin. O anın geleceğini bilirsin ve strese girersin. Ne kadar süre onun güzel yüzünü göremeyeceğini bilemez, dünyadan bir anda kopup gidersin…

Son sabah…
O uyanmadan kaçıp gitmeyi düşündüm bir ara. Alarmım çaldı ve hemen kapattım. Uyanmamıştı. Hemen odaya gidip çantamı hazırladım. Tüm eşyalarımı sırayla ve özenle yerleştirdim. Her şeyimi yarım saat içerisinde tamamladım. Ses çıkarmadan evden gitmeyi düşündüm. Evin içinde dakikalarca boş boş dikildim. Gözlerimi onun bulunduğu odaya çevirdim, ardından kapıya. İçimden bir ses tercih yapmam gerektiğini söylüyordu. Karar veremedim. Ya sessizce çıkıp gidecektim ve daha fazla acı çekmeyecektim, ya da onun da uyanmasını bekleyip vedalaşıp evden gidecektim. İstanbuldan gitmesine sadece 1 saat kalmıştı. Kim bilir ne zaman görecektim bir daha onu. Kim bilir ne zaman sevecektim saçlarını. Ne zaman seyredecektim bakışlarını. Kafamın içinde acı dolu düşüncelerle ayakta dikilmeye devam ettim. Derken uyandı. Gözlerini ovuşturarak banyoya geçti. Sonrasında daha  ayrılık için bir saat olduğunu ve neden hazırlandığımı sordu. İçimden geçenleri ifade edemedim. Sadece “gitme vakti” dedim. Ayakkabılarımı giydim, ona son bir kez sarıldım, kokladım ve eşyalarımı alıp yalnızlığımın yolunu tuttum.

Sevgilerle…

“Onur SUSAN”

Lütfen bir cevap yazın.

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close