Eş anlamlısı “yitirmek” olan, anlamının değeri ise içerdiği harf sayısının binlerce katı olan bu kelime hakkında bir kaç satır karalamak geldi içimden… Bu arada; sanırım müzik dinleme alışkanlıklarımı değiştirmemin vakti geldi. Doğru parçaları seçemediğimden emin olmaya başladım. Neyse haydi uzatmadan bir kaç satır yazı yazalım.
İnsan neyi kaybeder?
- Elinde var olanı.
Peki bu elinde var olan şey somut mudur yoksa soyut mu?
- Fark eder mi? Her ikisi de bir şekilde kaybedilebilir…
Gece yorgun bir şekilde evinize dönünce ne yaparsınız? Ben genellikle müzik dinler ve düşünürüm. Dakikalarca… Hatta saatlerce… Tabi yalnız olduğum için bu kadar çok düşünme molaları ayırabiliyorum kendime. Eğer yalnız değil ve sevdiğiniz bir insan varsa yanınızda, yapacağınız en güzel şey onunla sohbet etmek olur. “İletişim…” Gerçekten çok önemli. Kimi zaman bir tabancanın namlusundan çıkan kurşun kadar da ölümcül… Neye konumuz bu değil. Sadece bir an aklıma geldi ve söylemek istedim. Sevdiğinizle sohbet edin. Sakın aranıza sessizlik girmesin.
Bazen bu düşünce molalarımda hayatımda neleri yitirdiğimi düşünmeye çalışırım. Bir nevi de pişmanlık hissine kapılırım. Hemen ardından da kızarım kendime. “Saçmalama Onur… Bunların hepsi senin için bir tecrübeydi…” Belki de bu şekilde kendimi avutuyorum bilemiyorum.
Peki kaybettiğimiz şeylerin değerini nasıl ölçebiliriz? Özellikle “özel” olan şeylerin değerini… Bir telefon ya da bir cüzdan değildir bu kaybettiğimiz. Duygularımızı ve hayallerimizi teslim ettiğimiz biri olabilir bu kaybettiğimiz şey. Değerini de somut olarak ölçemeyeceğimiz bilinen bir gerçek. Sadece sonuçlarına katlanmak durumunda kalırız kaybettikten sonra bir süre boyunca. Belki de bir süre yeniden kazanmak için çabalarız, yeniden hayallere dalarız, yeniden duygularımızı kalbimizde şekillendirir ve karşı tarafa teslim etmeye çalışırız. Ve sonra bir bakmışız ki; yine aynı yerden kurşun isabet etmiş göğsümüze…
İnternette dolanırken, kaybetmek ile ilgili çok güzel bir söz okudum. Kimin yazdığını da bilmiyorum ama şöyle diyordu; “Çok sevdiğiniz birisini kaybettiğiniz an, acılar içinde başlangıca geri dönmüşsünüz demektir…” Bu kayıp, soyut mudur yoksa somut mudur bilemiyorum ama, içinde bulunduğum durumu değerlendirdiğimde bana soyut anlamda inanılmaz derecede yakın ve sıcak geldi diyebilirim.
Bir de başlangıçtaki soruya istinaden şöyle bir gerçek var; bunu da sürekli sorgulamıyor değilim hani… İnsan neyi kaybeder? Elinde var olanı. Yani bir nevi sahibi olduğu şeyi kaybeder… İşte bu durumda da kendi kendime yeniden düşünmeye başlıyorum. Neye sahiptim ki? Birinin kalbine? Birinin duygularına? Birinin bedenine? Birinin zekasına? Ya da birinin düşlerine? Hiç biri… Ya da şu şekilde düzeltelim; o bana hangi parçasını verdi ki ben o parçayı kaybedeyim? Böyle düşündükten sonra da yeniden kendime kızıyorum. Ne kadar saf ve aptal olduğumu kendime haykırıyorum.
Ama sonra yeni bir düşünce geliyor aklıma? Kaybetmek için önce onun bana bir şey vermesi gerekli mi? Yani o bana bir şey vermeden ben ona verdiğimde kendimden bir şeyler kaybetmiş olmuyor muyum zaten? Felsefe zırvaları gibi oldu biraz ama çok basit aslında. Birine düşlerinizi, hayallerinizi, duygularınızı veriyorsunuz. Ve bir daha geri alamayacak şekilde de kaybediyorsunuz. Ve bu kişi somut olarak capcanlı karşınızda duruyor olsa da aslında siz onun için “yok” hükmündesiniz… İşte böyle bir durumda kaybetmek için öncelikle bir şeye sahip olmanıza gerek yok. Zaten siz bir şeylerinizi karşı tarafın herhangi bir şeyine sahip olmadan verip kaybetmiş oluyorsunuz.
Kaybetmek, yitirmek, sonrasında üzülmek, acı çekmek ve en başa dönmek… Aslında bunlar ne kadar da basit şeyler öyle değil mi?
“ Evet hayat bu dediğin gibi, insanın başına her an her şey gelebilir. Ölüm var mesela… En gerçek ve en kaçınılmaz. Aile var mesela… Önceliği hiçbir şeyle değiştirilemez. Aşk var mesela… Elbet günün birinde biten. Ve biz insanlar varız mesela… Bütün bu hayatın içinde gidip “en kolay” duygulara sığınan… “
- Bir kadın var mesela… Karanlıkta ışığı bulmaya çalışan…
- Bir kadın var mesela… Işığı bulmaya çalışırken karşısındakini karanlığa boğan…
Belki de bu saçma sapan yazımı son bir cümleyle bitirebilirim…
“Zaten bulamadığını kaybedemez ki bir insan…”
Sevgilerle…
“Onur SUSAN”
Soru: Bir oyunu yeterince oynarsan kazanma olasılığın artar mı?
BeğenLiked by 1 kişi
Güzel bir soru Eda…
Oynadığım oyun her oynadığımda farklı bir kimliğe bürünmüyorsa eğer, evet belki ellinci tekrarda kazanabilirim.
Eğer oynadığım oyun farklı bir kimliğe bürünmüyor ancak ben aynı hamleleri tekrar ediyorsam bin kere oynasam yine kazanamam…
Eğer oynadığım oyun farklı bir kimliğe bürünüyor ve ben de her oynadığımda farklı yöntemler geliştiriyorsam kazanma olasılığım bir noktada vardır.
Ya da ne bileyim Eda… Oyun değil ki bunlar. Benim aptallıklarım işte.
İspanyol erkeklere dikkat. Enrique’yi görürsen ona selamımı söyle.
BeğenBeğen
Kaybolmadan yeni yolu bulamaz ki insan…
BeğenLiked by 2 people
Umuyorum tahmin ettiğim kişisinizdir de rezil olmam… 🙂
O kadar çok kayboldum ki bu yaşıma kadar Uçan Anne. Tam doğru yolu buldum derken yine kayboluyorum. İnanıyorum, hissediyorum, bu kez oldu diyorum. Sonra bir bakıyorum yine karanlıktayım. Önümü göremiyorum. Dipsiz bir kuyuya düşüyorum.
Sevgilerle.
BeğenBeğen