Ve Biraz da UMUT

  • Sence çağırmalı mıyım?
  • Çağır tabi. İstersen kalkarım ben masadan.
  • Hayır olmaz. Kalkma sakın. Zaten güneş gözlüğünden nereye baktığı da gözükmüyor.
  • Bence çağırmalısın… O masada tanımadığı insanlarla oturmasına izin mi vereceksin?
  • Yapamam. Yanlış anlaşılmak istemiyorum…

Mart 14. Çarşamba…

Saat:13:00

  • Lanet olası ağırlıkları kaldırmadan vücudu şekle sokmanın çaresini bulduğum zaman dünyanın en zengini olacağım bunu bil Erkan.
  • Onur bey keşke bu kadar kolay olsa. Yıllardır boşuna mı uğraşıyoruz biz. Ama umarım bulursunuz.
  • Hiç sanmıyorum Erkan. Yıllardır bulamadılarsa bu saatten sonra ben de bulamam. Haydi destek ver de kaldırayım şu ağırlıkları.
  • Bence bu ağırlıkları arttıralım Onur bey. Rahat yapıyorsunuz bunlarla.
  • Son sette arttıralım. Bu kadar zulme gerek yok Erkan. Sonra akşam 11’e kadar kulübün içinde ölü gibi gezmek istemiyorum.
  • Gezmezsiniz, gezmezsiniz… Haydi başlıyoruz… Biiir.

(Mesai öncesi antrenman yapmak ne kadar hoşuma gitmiyor gibi görünse de, formda kalmam gerektiğini yılların vermiş olduğu tecrübeyle az çok biliyordum. Ancak bunun getirisi kadar götürüsü de olabiliyordu zaman zaman. Ağır antrenmanların sonrasında gün boyu süren yorgunluk belirtileri, düzenli beslenememe sonrası agresif bir karakter ya da ciddi kas ağrıları sanırım bu işin can sıkıcı yönleri olarak sayılabilirdi… Ancak her geç mesai başlangıcımda olduğu gibi, bugün de mesai öncesi sporumu yapmayı başarabilmiştim. Ve yine hocalarımdan biraz destek alarak…)

Saat: 14:30

  • En sevdiğim KMY nasıllar bugün bakalım?
  • Dilhan her tarafım ağrıyor. Bir daha antrenman falan yapmayacağım. Yeter artık ya. Akşam 11’e kadar nasıl dayanırım bu yorgunluğa?
  • O zaman ben KMY’lerin en yakışıklısına kahve yapayım?
  • Sen varya bayan eğitmenlerin en güzelisin. Sen bir efsanesin.
  • Tamam tamam. Bir de şu açıdan itlifat edin bakalım.
  • Haydi şımarma hemen. Kahveyi hazırlamaya başla geliyorum birazdan STAFF’a.
  • İçine mutluluk katacağım merak etmeyin siz…

(Bu kızın enerjisine aylardır aklım ermiyor. Belki de bu kadar güler yüzlü ve enerjik olması kulübün genel atmosferine de yansıyordur kim bilir?)

Saat: 15:30

  • Benim bu bilgisayarım neden bu kadar yavaş? Yoksa ben mi çok hızlı kullanmaya çalışıyorum. Bir Excel dökümanının açılması bu kadar uzun sürebilir mi ya?
  • Tamam Onur bey, sakin…
  • Ya Şafak böyle bir şey olamaz. Alt tarafı bir döküman. Şurda dakikalardır dönen zımbırtı nedir?
  • Bilgisayarı yeniden başlatın Onur bey kendine gelir o zaman.
  • Bak sen! Ben bilmiyordum yeniden başlatmayı sanki. Çözümün bu mu?
  • Klasik Türk insanı çözümü Onur bey. Olmadı Fişi çıkarıp tekrar takın.

Saat: 16:00

  • Ben dayanamıyorum Fatma hnm. Kesinlikle bir şeyler atıştırmam lazım. Antrenman da yaptım. Yoksa şu tahta kalemi kemirmeye başlayacağım.
  • Tamam Onurcum çık sen. Ben zaten acıkmadım. İşlerim var biraz. Sonra da çıkacağım zaten.
  • Tamamdır. Kaçtım ben.

Saat: 16:10

  • Beyler duble menü istiyorum fena açım.
  • Hocam et mi tavuk mu?
  • Et olsun et. Protein lazım. Pilavı da lapa verin lütfen. İçeceğim de sade soda.
  • Tamamdır hocam. Hemen hazırlıyorum.
  • Sen neden gelmiyorsun bakayım kulübe? Kaç gündür görmüyorum seni aşağıda?
  • Hocam mesaim çok yoğun. P.tesi tekrar başlayacağım.
  • Hep p.tesi zaten. Nedir şu p.tesi’lerden çektiğimiz.

(Karnımın doyması sanırım içime bir huzur dolmasına sebep olmuştu… Bilmiyorum ama kesinlikle keyfim yerine gelmişti. Sedat’ı da gördükten sonra yemek sonrası Starbucks’ta bir filtre kahve, çayla simit kadar keyif verebilirdi bana… Tabi Starbucks’da yer bulabilirsek.)

Saat: 16:30

  • Kanka ee anlat bakalım dün akşam maceralar var mıydı?
  • Yok kanka durgunum artık. Bıraktım o işleri.
  • Ya yeme beni kanka. Sen ve bırakmak. Eminim dün akşamı yine bir Rus ile geçirmişssindir sen.
  • Yok yemin ederim erkenden uyudum erkenden de işe geldim. Zaten bir kişiyi işten çıkardım. Adam eksik. Personel arıyorum.
  • Eee kulübe gelecek misin bu akşam bari?
  • Yok kanka. Bırakamam dükkanı.
  • Gelmezsin tabi. Sen dün gece yaptın sporunu ama benden saklıyorsun eminim.
  • Allah belamı versin yapmadım kanka. Dün zaten geldim kulübe. Bugün vücudu dinlendiriyorum.
  • İyi bakalım inandım diyeyim de gönlün olsun…

  • Kanka bu Starbucks’da iyice kalabalık oldu ya. Zaten her taraftan sigara dumanı da etrafımı sarıyor. Bakma aslında şu açık alanda oturmaktan nefret ediyorum ama hava da çok güzel bugün. Oturulmayacak gibi değil.
  • Haklısın sen sporcu adamsın. Sevmezsin sigara falan.
  • Aynen öyle sevmiyorum kanka yalan yok. İçenlerin hepsi ölsün 🙂
  • İyi bizde ölelim o zaman.
  • Yok tanıdıklarım yaşasın…Oooo kanka bu arada sakın hemen kafanı çevirme, çaktırmadan bak. Şu kadın bizim üyemiz.
  • Hangisi kanka?
  • Dur hemen bakma. Ayakta olan. Elinde kahvesi var. Yer bakıyor.
  • Kanka çağırsana buraya.
  • Yok olmaz. Bak zaten yer buldu… Ama cesarete gel. Adamların masasına pat diye oturdu.
  • Kanka sigara da yaktı… Sen sevmezsin.
  • Sence çağırmalı mıyım?
  • Çağır tabi. İstersen kalkarım ben masadan.
  • Hayır olmaz. Kalkma sakın. Zaten güneş gözlüğünden nereye baktığı da gözükmüyor.
  • Bence çağırmalısın… O masada tanımadığı insanlarla oturmasına izin mi vereceksin?
  • Yapamam. Yanlış anlaşılmak istemiyorum…

Saat: 17:15

  • Sanırım günü bu kadar satışla kapatmak niyetinde değilsiniz arkadaşlar?
  • Hayır Onur bey. Randevularımız var. Kesinlikle gün hedefinin üstüne çıkacağız.
  • Gün sonu göreceğim ben üstüne mi çıkacaksınız yoksa altında mı kalacaksınız?
  • Onur bey içini rahat tut sen. Şafak kardeşin burada. Burası bana emanet. Eğer ben varsam bu hedef tutar.
  • Sıkma bu kadar Şafak. Günlük hedefi aşın yeter.
  • Tamamdır Onur bey. O iş bende.

Saat: 18:46

“Merhaba. Kusura bakmayın sizi Starbucks’da gördüm ve selam veremedim. Yanımda da bir arkadaşım olduğu için masaya davet edemedim. Saygısızlık yapmış gibi hissettim kendimi… İyi akşamlar dilerim.”

Halbuki önceki gece yine yatağımda yatarken Youtube’u açmış, eski günlerimi bana hatırlatacak ve gecenin sessizliğini bozacak videolara bakarak uykuya dalmaya çalışıyordum. Bazen teknoloji videosu, bazen de çocukluk yıllarımda oynadığım bir bilgisayar oyunu videosu… Ruhu çocuk olan bir insanı başka ne mutlu edebilirdi ki?

Yalnızlığı hayatım olarak kabul etmeye başladığımdan beri mutluluğun ne olduğunu zaman zaman kendime sormaya başlamıştım. Acaba bir iPhone’a dokunmak mı? Yoksa güzel bir kitabı bitirmek mi? Kalbimin derinliklerine işleyen bir şarkıyı dinlemek mi? Neydi mutluluk? Bir insan nasıl mutlu olabilirdi? Bu zamana kadar da cevabı tam olarak bulamamıştım. Ya da sürekli kendimi kandıracak farklı yanıtlar türetmiştim kendi kendime.

Peki bir insan gerçekten yalnızlığa alışabilir miydi?

Evet Youtube eşliğinde uykuya dalmıştım… Ertesi sabah uyandığımda kahvaltımı yapıp çantamı hazırladıktan sonra kulübün yolunu tutmuştum. Daha mesaimin başlamasına saatler vardı. Ve ben rahat rahat gün içinde başıma geleceklerden bihaber sporumu yapmaya başlayacaktım…

Koca bir 42 günün sonunda…

Bazen dışarıdan geçen arabaların sesleri geliyor odanın içine… Saat şu an 22:30. Tabi ara ara çalışan buzdolabı sesini de unutmamak lazım. O çalışmıyorken ve ışıklar kapalıyken odam o kadar sessiz ve huzur verici ki. Sadece gözlerimi ekrandan ayırdıktan sonra, etrafa bakarken anılar geliyor aklıma. Sonra gözlerimi bilgisayarın ekranına tekrar çeviriyorum ve bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Aslında bugün kafam o kadar karışık ki. Belki de şu an ne yazdığımı bile bilmiyorum. Kafamı çevirip onun olduğu yöne bakıyorum. Ancak görmem imkansız. Onlarca bina var önümde engel. Sadece o tarafta olduğunu biliyorum. Başımı doğru yöne çevirdiğimi biliyorum. Göremiyor olsam bile yüzümde bir tebessüm oluşmasına yetiyor aslında. Bazen dakikalarca duruyorum. Ne klavyenin tuşlarına basıyorum, ne de ekrana bakıyorum… Gözlerimi kapatıp sadece hayal kuruyorum. Derin bir nefes alıyorum. O koku geliyor burnuma. İçime çekiyorum onu. Sanki tüm bedenimi uyuşturuyor gibi başka bir dünyaya dalıyorum. Gözlerimi açtığım an sadece karanlık bir oda ve ışığı yanan bir ekran geliyor yine karşıma. Yeniden kelimelere dökmek istiyorum onu. Bu sefer de saçmalıyorum. Yazıyorum, yazıyorum ve siliyorum. Çünkü onu ifade edecek kelimeleri yan yana getiremiyorum. Bazen acı, bazen hüzün, bazen tutku bazen de umut yazıyorum ekrana… Hangi kelime onu anlatır diye düşünüp duruyorum. Sonra kendime kızıyorum ve hepsini tekrar siliyorum. Ve onu kelimelere dökemeyeceğimi tekrar anlıyorum. Evet… Onu kelimelere dökemiyorum ama bana neler hissettirdiğini çok iyi biliyorum…

Acı
Korku
Özlem
Ve biraz da UMUT!

Sevgilerle…

“Onur SUSAN”

Lütfen bir cevap yazın.

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close