Başlık; üzerine günlerce, haftalarca düşünülecek ve konuşulacak cinsten biliyorum. Ama buraya şu an dünyada yaşananları yazmaya değil, biraz kafa dağıtmaya; Çanakkale’de keyifle vakit geçirdiğim şu dönemlerde bir kaç satır karalamaya geldim. Bu arada başlık bir oyun repliği… Fallout isimli oyuna ait bir replik. Oyun, isim olarak; kavramı ve hatta insanın aklında uyandırdığı basitlik ve biraz da çocukluk düşüncelerini bize hatırlatsa da, video oyun sektörünün ne denli büyük olduğunu akıl dahi edemeyeceğimize eminim. Kaliteli bir video oyununun yapım maliyetinin Hollywood filmlerini geçtiğini artık çok iyi biliyoruz. Bilmiyorsanız da lütfen kısacık bir araştırma yapın ve gerçeklerle yüz yüze gelin.
Ara ara bazı blog yazılarımda oyunlarla ilgili hatıralarımı, anılarımı yazıp duruyorum. Bugün de Youtube’da sevdiğim bir kanalı izlerken, yayıncının tavsiye ettiği bir mobil uygulamayı iPhone’uma indirdim. Uygulamayı daha önce bir kaç yerde duymuştum ancak indirmeyi hiç düşünmemiştim. Bugün dayanamadım ve indirdim. VERO isimli uygulama aslında bir nevi hepsi bir arada sosyal platform gibi bir şey olmuş. Facebook benzeri bir şey ama öyle değil. Evet bir profilimiz var, tıpkı Instagram gibi. Ama sadece fotoğraf ya da video paylaşmıyoruz. Sevdiğimiz başka kişilerin ya da grupların profillerini, sevdiğimiz kitapları, filmleri, müzikleri ve hatta oyunları bile. Ve bu paylaşımlar üzerine listemizdeki insanlarla sohbet edebiliyor, yorumlar yapabiliyoruz vs vs.. Uygulama tanıtımı burada bitti. Benimle takipleşmek isteyen olursa; onursusan yazsın zaten beni göreceklerdir. Ne demiştik; oyunları paylaşabiliyoruz…
Hangisi daha iyi? İyi doğmak mı yoksa büyük bir çabayla kötü doğanızı yenmek mi?
Elder Scrolls: Skyrim
İndirdiğim uygulamaya bende iz bırakmış oyunları eklemeye başlayınca bir şeyi çok iyi fark ettim. PC ile büyüyen biri olarak meğer çocukluğumda çok şanslı biriymişim ve oyun sektöründe çığır açan neredeyse tüm oyunların ilk serilerini oynamışım. O zamanlar kopya koruması, lisans vs yokken CD’lere oyun çektirir ya da en ucuz haliyle oyunları alır bilgisayara takar oynardık. En zor haliyle ise crack dediğimiz işlemi yapar (ki sadece 3sn falan sürerdi bu işlem) donanımımız yetiyorsa hemen oyunların keyfini çıkarmaya başlardık.
Shake it babe…
Duke Nukem 3D
Tabi bir parantez açmak gerekirse, oyun oynamaya PC ile başlamadım. SNES çakması dediğimiz Atari’ler ile kaseti takıp oyun oynadığımız dönemleri unutamam. Daha da öncesine gidersek Commodore gerçeği vardı hayatımızda. Benim evimde olmasa da yan komuşumuz Utku abiye gider, TV karşısına oturur bir şeyler oynamaya çalışırdık. Beceremezsek de sokağa çıkar top oynardık. Bu kadar da geniş bir hareket alanımız vardı. Atari salonlarına çok fazla gitmedim. Hatta bir ya da iki defa gittim diyebilirim. Birinci sebebi yaşımın çok küçük olmasıydı. İkincisi ise, atari salonu yaşlarına geldiğimde de artık atari salonu devrinin çoktan kapanmış olmasıydı. Evimizde zaten bilgisayar vardı ve MS DOS üzerinden Prince of Persia’lar, Lotus’lar, Aladdin’leri açar saatlerce oyun oynardım…
Kaderini değiştiremezsin. Kimse yapamaz.
Prince of Persia
Koca adam olduk hala oyun oynamaya devam mı ediyoruz peki? Sizi bilmem ama ben evet, ediyorum. Ne de olsa içimizdeki çocuğu hala yaşatıyoruz. Çocuklar zaten bir tık odundur değil mi? Dolambacı da pek sevmezler… Haydi bir de üstüne umut yeşildir diyelim. Belki bir yerlere bağlamak için sebep olur. Evet ben oyun oynamaya az da olsa devam ediyorum. Bazen stres atmak için çok keyifli oluyor, bazen de istemeden stres yüklü bir şekilde oyun kolunu bıraktığım oluyor. Ama en azından bir şekilde yıllar yıllar önce oynadığım oyunların ne kadar değerli olduğunu bana defalarca hatırlatıyorlar. Oynarken sadece günümüze değil, çoğu zaman geçmiş güzel günlere de götürüyorlar beni.
Bitti diyerek kendime yalan söyledim. Ben hala hayattaydım, sevdiğim ise hala ölüydü. Bitmedi.
Max Payne
Evet büyük bütçeli oyunlardan, sosyal medya uygulamasına bağladık. Oradan çocuk olduk, eski oyunlardan keyif aldık, günümüz oyunlarıyla stres atmaya çalıştık. Ve günün sonunda zamanın ne kadar önemli olduğuna bağlayıp yazımızı da fazla uzatmayalım derim. Çünkü balkonda oturmuş dalgaların sesini dinliyor ve kedileri mıncıklıyorken çok da bir şeyler karalamak istemediğimi düşünmeye başlıyorum bir zaman sonra. Zaman önemli evet. Nasıl keyif alacağımızı da bilmemiz gerek. Bazen sevdiğimiz bir oyunla, bazen sevdiğimiz biriyle, kimi zamanlar kitaplarla, müziklerle… Hiç fark etmez. Yeter ki şu hayattan biraz olsun keyif almasını öğrenelim.
Teşekkürler Mario, ama prensesimiz başka bir kalede.
Super Mario Bros.
Haydi bakalım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere…