Emre, Onur Çabuk Aşağıya İnin!

Aman Tanrım! O ses. Hayır o olamazdı. Düşünmek dahi istemiyorum. Emre’de ben de donmuştum. Kafamızı sesin geldiği yöne çevirmek dahi istemiyorduk.

  • Bu yoldan mı gidelim yoksa diğerinden mi?
  • Fark etmez daha 25 dakikamız var. Ama Selçuk abiye uğramayacak mıyız?
  • Uğrayacağız. Ama bugün bu gizli yoldan gidelim. İncir ağacının yanından tırmandık mı direkt okulun sokağına çıkıyoruz.
  • Evin sahibi bizi görürse kesin dayak atacak haberin olsun.
  • Boşver Emre ya. Düşündüğün şeye bak. Bizi yakalamaya çalışsa bile koşar kaçarız. Okulun kapısından içeri girdik mi kimse bize dokunamaz.
  • İyi öyle olsun bakalım.
  • Haydi elini destek yap, ayağımı koyup şuraya çıkmam lazım…
  • Tamam sabret. Önlüğüm kirlenecek Onur ya!
  • Oğlum düşündüğün şeye bak. Annen yıkar. Benim önlüğü görmüyor musun ne halde…

Emre’yi hatırlıyorsunuz… Uzun uzun anlatmama gerek yok. Bu sabah’da yine babaannemin gözetiminde evden çıkmış, yukarı sokağın başında Emre ile buluşmuştum. Hava çok güzeldi ve çantalarımız çok hafifti. Önlüğümün pek temiz olduğunu söyleyemem. Ancak iş görür halde üzerimde pek de sırıtmıyordu. Tabi yakalığım beyazlığını büyük ölçüde kaybetmişti. Ancak bu göze batacak bir eksiklik sayılmazdı.

Bu sabah Emre ile yolumuzu değiştirme kararı almıştık. Okula her zaman gittiğimiz sokaktan gitmek bugün nedense bize sıkıcı gelmişti. Biraz değişikliğin ikimize de zararı dokunmayacaktı. Neden dokunsun ki? Sonuçta zamanında okula varacaktık. Bakmayın değişik yollar dediğime. Aslında tüm yollar aynı sokağa çıkıyor. Okulun bahçe kapısının baktığı ana sokak. Ve her zaman önce Selçuk Kırtasiye’ye uğrar ve Selçuk abi ile sohbet ederdik. Ardından da hemen yanındaki bakkaldan sigara sakızımızı alır okula geçerdik. Bugünün de diğer günlerden pek farkı yoktu…

  • Emre başlayacağım senin destek tutuşuna. Biraz güçlü tutsana şu ellerini. Zıplayamıyorum duvarın üstüne.
  • Ya Onur, haydi sen duvara çıktın diyelim, beni nasıl yukarı çekeceksin?
  • Sen onu bana bırak. Ben hele bir yukarıya çıkayım, seni tuttuğum gibi yukarı çekerim.
  • Göreceğiz bakalım. Haydi at ayağını; bir, ikiiiii, üç!
  • Hadi be! Gitti lan önlük. Oğlum düğme koptu. Baksana oralara. S.ktir ya. Babaannem yine kızacak. Ayağının oralara bak Emre. Kesin oralarda bir yerdedir.
  • Ya yok işte. Sana dedim buradan gitmeyelim diye. Şimdi benim de üstüm başım batacak. Öğretmen de kızacak.
  • Haydi zıpla da tut elimi. Güç neymiş gör.

Bahçe duvarına çıkmıştık. Hatta bildiğiniz bahçeye dalmıştık. Ev sahibi şöyle bir camdan dışarı baksa bizi kabak gibi görecekti. Okulun kapısının baktığı ana caddeye çıkmamıza bir incir ağacı kalmıştı. O en kolayıydı aslında. Fakat üstümüz başımız daha okula gitmeden batmıştı. Bu şekilde sınıfa girdiğimizde Muhlis öğretmenimizin tepkisini az çok tahmin edebiliyordum.

  • Vaay. Bu bahçeyi daha önce hiç görmemiştim. Ne diyorsun bu yolu da arada sırada kullanalım mı Emre?
  • Boş ver abi. Haydi ağaca tırmanıp caddeye çıkalım. Gören olacak şimdi. Bir ton azar işiteceğiz.
  • Tamam tamam. Selçuk abinin yanına uğrayalım haydi.

İncir ağacına da tırmandıktan sonra, hiç yabancısı olmadığımız o sokağa çıkmıştık. 1 kilo dondurma alıp da hasta olduğumuz o bakkalın hemen yanından caddeye giriş yaptık. Hatta okula giden öğrenciler bizi ağaçtan atlarken görünce şaşırmışlardı. Üstümüz başımız batmış, saçımız dağılmış sanki savaştan çıkmış gibi kan ter içinde kalmıştık. Fakat keyifli ve farklı bir serüven olmuştu bu yolculuk bizim için.

  • Oooo. Onur, Emre hoş geldiniz. Nasılsınız çocuklar? Yeni kalem kutunuzla neler yapıyorsunuz? Sevdiniz mi onu?
  • Sevmez olur muyuz Selçuk abi. Ne yaramazlıklar yapıyoruz onunla sınıfta. (Emre ve bende bir kahkaha…)
  • Selçuk abi radyolu saat gelmedi mi daha?
  • Yok Onurcum gelmedi. Geldiğinde ayıracağım sana onu. Yarın, öbür gün gelir. Siz uğramaya devam edin.
  • Oldu Selçuk abi. Biz okula geç kalmayalım. Hayırlı işler sana.
  • Görüşürüz çocuklar. Derslerinizi iyi dinleyin ve yaramazlık yapmayın sakın.

Zil çalmadan yetişmiştik okula. Merdivenlerden koşa koşa sınıfa geldik ve öğretmenimiz sınıfa girmeden yerlerimize oturduk. Küme çalışması düzenine geçmiştik. 10’ar kişilik gruplar halinde sıralarımız düzenlenmişti ve ekip çalışmasına yönelik alıştırmalar yapıyorduk. Bir proje üzerinde çalışıyorduk ve herkese farklı bir görev düşüyordu. Hiç şaşırmadığım gibi öğretmenimiz Emre ile beni farklı kümelere yerleştirmişti. Ne de olsa yan yana olduğumuzda çene çalmamız hiçbir zaman son bulmuyordu. Sanırım bu konuda öğretmenime hak vermeden edemeyeceğim.

Zaman su gibi akıp gitmişti ve teneffüs zili çalmıştı. Emre ile koşararak alt kattaki kantine indik ve uzun zamandır yapmadığımız yarım kalmış geleneğimizin araç gereçlerini satın aldık. Birer adet gazoz… Uzun süredir gazoz çalkalayıp öğrencilerin üstüne püskütrmüyorduk. Öğrenciler bizim artık bu konuda öğretmenlere yenik düştüğümüzü düşünmeye başlamışlardı bile. Okulun içinde söylentiler alıp başını gidiyordu. Ve Emre ile ben bu söylentilerin altında kalamazdık. Yenilmediğimizi, bu konudaki tutarlılığımızı kanıtlamayı ve tüm bu dedikodulara bir son verme zamanımızın artık gelmiş olduğunu biliyorduk. Gazoz şişesini baş parmağımızla kapatıp hızlıca çalkalamaya başladık… Ve işte o muhteşem dakikalar! (Bağırışlar, kaçışlar, çığlıklar ve daha neler neler…)

  • Aaaaaah! Öğretmenim çok acıyor yapmayın.
  • Öyle miii? Çok mu acıyor? Onu yarım litre gazozu öğrencilerin üstüne boşaltmadan önce düşünecektiniz Onur bey.
  • Öğretmenim vallahi bir daha yapmayacağız. Aaaaah.
  • Kaçıncı yemin bu evledım he. Akıllanacağınız yok ki sizin. Tam bitti dedik, bıraktılar yaramazlığı dedik, yine başladınız.
  • Öğretmenim o kulağım rahatız. Onu çekmeyin öğretmenim lütfen. Aaaah.
  • Bir şey olmaz Emre bey bir şey olmaz. Siz yaramazlığı kesmediğiniz sürece bu kulaklar daha çok çekilecek. Öyle değil mi Onurcum.
  • Evet öğretmenim. Haklısınız. Bir daha yapmayacağız. Aaaaah! Söz veriyoruz öğretmenim! Aah!
  • Haydi geçin yerlerinize. Bir daha olursa velilerinize haber vereceğim. Bu son olsun!

Kulaklarım ders boyunca sızlamıştı. Keza Emrenin’de öyle. Bir an olsun aklımıza, bu geleneği bir daha yapmamız gerektiği bile gelmişti. Fakat bu geleneğe son vermek demek, bizim sisteme boyun eğmiş olmamız anlamına gelmekteydi. Bunu geleneği asla ama asla sonlandıramazdık. Sadece biraz ara verebilirdik.

Ders ağrı ve sızı içinde son buldu. Bir sonraki teneffüs ve ondan sonrakilerde daha uslu bir öğrenci olarak okulun bahçesinde çocuklarla top oynadık. Öğle molası olduğunda öğretmenimiz bize o ünlü sözünü söyledikten sonra evlerimize dağıldık. Merak etmeyin bu akşam etüt yok… Öğretmenimiz bizi aramayacak. Zaten etüt olduğunda neler yaşadığımızı daha önce size anlatmıştım.

Eve gidip öğle yemeği yedikten sonra okula dönüşte Emre ile bu kez her zamanki yolumuzu tercih ettik. Sakin, aksiyonun olmadığı monoton bir dönüş olmuştu bu bizim için. Yolda giderken Emre ile sohbetimiz, GI Joe oyuncaklar ya da yeni çıkan ATARI oyunları oluyordu genellikle. Ne sınav, ne ödevler ne de okulla ilgili hiçbir şey umrumuzda değildi. Ne de olsa testlerden en yüksek notları biz alıyorduk. Bunlara kafa yormaya ne gerek vardı ki…

Okula yine zamanından önce varmıştık. Hemen bahçeye çocukların yanına koştuk ve maç yapan var mı diye kontrole gittik. Fakat maçın zevk vermeyeceğini anladık. Hazır etrafta öğretmenler de yokken biraz yaramazlık yapmanın kimseye zararının dokunmayacağına karar verdik. Yo yo, sakın bu kez öğrencilere zarar vereceğimizi düşünmeyin. Bu kez bizim çok sevdiğimiz bir şeyi yapmaya karar verdik…

Öğretmenlerin dinlenme banklarının olduğu bahçenin duvarları hemen hemen boyumuz kadardı. O duvarın üstüne çıkıp koşturmak bizim çok hoşumuza gidiyordu. Ancak ayağımız kayıp düşse kesin bir yerimiz zarar görecek yükseklikteyi. Fakat bu bizim o duvara çıkıp koşmayacağımız anlamına gelmiyordu. Ve hemen Emre ile duvara tırmanıp, duvarın üstünde birbirimizi itme yarışına başladık. Öğrenciler bize bakıp yakınımıza toplanmaya başlamışlardı. Hatta bu yaptığımız öğrenciler arasında ufak bir bahise dönüşmüştü. Emre mi düşecek yoksa Onur mu? Tezahüratlar başlamıştı.

  • Haydi Onur sen kazanırsın. Güçlü ittir onu.
  • Emre sen daha hızlısın. Sen kazanırsın. Haydi düşür Onur’u.

Bir ara kafamı çevirdiğimde etrafımızda toplanmış en az yirmi otuz öğrenci gördüğümü hatırlıyorum. İşte bu harika bir şeydi. Popüleritemiz sabahki olaydan sonra geri gelmişti. Şu an herkes bizi izliyordu. Onur diye bağıranlar, düşür onu Emre diyenler… Muhteşem bir atmosferde, öğrencilere tepeden bakarak Emre ile itişiyorduk… Ta ki o sesi duyana kadar!

  • Emre, Onur çabuk aşağıya inin!

Aman Tanrım! O ses. Hayır o olamazdı. Düşünmek dahi istemiyorum. Emre’de ben de donmuştum. Kafamızı sesin geldiği yöne çevirmek dahi istemiyorduk. Öğrencilerin sesi de bir anda kesilmişti. Duvarın etrafında çıt çıkmıyordu ve birden yine aynı ses!

  • Beni duymadınız mı siz? Size söylüyorum! Emre, Onur. Hemen yanıma gelin! ÇABUK!

Kafamızı çevirdiğimizde bu kişinin okul müdürü Osman YILDIZ olduğunu anladık. O an Emre ile nutkumuz tutuldu. Hareket edemiyorduk. Yaptığımız şeyin tehlikesinin farkındaydık. Fakat okul müdürüne denk geleceğimiz aklımızın en uzak köşesinden bile geçmemişti. Ve kafamızı çevirip onu gördüğümüzde başımıza gelecekleri az çok tahmin edebilmiştik. Ve o an Emre ile duygusal bir göz teması kurup duvardan aşağıya dikkatlice inip okul müdürünün yanına doğru yavaşça yol aldık.

Etraftaki tüm öğrenciler yolumuzu açmış, tören havasında müdürün yanına doğru yavaş bir şekilde yan yana yol alıyorduk… Öğrenciler pür dikkat bizi izliyorlardı. Müdürün yanına ulaşmamıza 2-3 adım kalmıştı. Osman YILDIZ, yine siyah takım elbisesini giymiş jilet gibi devasa cüssesiyle şu an bize daha da büyük gözüküyordu. Artık ona ulaşmamıza tam 1 adım kalmıştı, derken “şak” diye bir ses ve Emre’nin 360 derece dönüp yere yıkılışını izlediğimi sanıyordum ki, birden gökte bir şimşek çaktı! Halbuki hava günlük güneşlikti! Ancak şimdi her yer karanlıktı. Hiçbir şey görmüyordum. 3-4 saniye sonra gözlerimi açtığımda kollarımdan beni tutarak yerden kaldırmaya çalışan arkadaşlarımı gördüm.

O an aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Boş boş etrafa bakıyordum. Hava gerçekten de günlük güneşlikti. Neden şimşek çakıyordu ki? Kafamı yana çevirdiğimde bir kaç öğrencinin Emre’yi kendine getirmeye çalıştığını görmüştüm. Ancak ben de kendimde değildim. Etrafta hala ses yoktu. Sadece bir çınlama sesi duyuyordum. Yoksa vızıltı mı diyelim buna. Hayır çınlama olduğuna eminim.

Ve birden ufak çaplı sesler duymaya başladım. Yap bozun parçaları yerli yerine oturmaya başlıyordu. Emre’ye baktığımda o da kendini toparlamıştı. Müdürümüz devasa görüntüsüyle bize yaklaşmıştı. Biraz daha yaklaştı ve…

  • Bu kez sizi uyarmadım farkındasınız değil mi?
  • Neden cevap vermiyorsunuz? Suçunuzu biliyorsunuz değil mi? Kaçıncı oldu bu duvarın üstünde yaptığınız yaramazlıklar? Sayabildiniz mi bakalım?
  • Şimdi hemen sınıflarınıza gidin. Akşam ailelerinize bu yaptıklarınızı anlatacağım. Sabah saati yaptığınız yaramazlığı da bilmiyorum sanmayın. Siz bu okulun en çalışkan öğrencilerindensiniz. Ancak en yaramazı da sissiniz. Kendinize biraz çeki düzen vermelisiniz.
  • Haydi şimdi sınıflara.

Akşam paydos ziline kadar uslu birer öğrenci olmuştuk Emre ile. Çünkü okulumuzun en korkulan kişisi müdürümüzdü. Kesinlikle çok katı ve disiplinli bir karakteri vardı. Ve ailelerimizle sürekli diyalog içindeydi. Gelişimimizi ve yaptıklarımızı ailelerimizle paylaşıyor onlara sürekli yol gösteriyordu.

Eve dönüşte Emre ile beraber olan bitenin ailelerimize anlatılıp anlatılmayacağını tartışıp durduk. Sonuçta bir de evde yaptıklarımızdan dolayı azar işitmemiz ve ceza almamız konusu vardı. Bu yüzden korkmuyor da değildik. Bir ara yaptığımız yaramazlıkları ailelerimize biz mi söylesek diye düşünmedik de değil hani. Ancak bu fikirden hemen vazgeçtik. En güzeli sessiz kalmaktı. Belki de Osman YILDIZ, bu olanları velilerimize anlatmayacaktı. Sonuçta cezamızı çekmiştik.

  • Emre yarın yine aynı saatte köşede buluşalım.
  • Tamam ama bu kez o bahçeden gitmek yok. Hiç uğraşamam ağaca tırmanmaya falan.
  • Öf ya! Tamam. Hafta sonu dershanede sınav var mıydı? Hatırlıyor musun?
  • Evet vardı. Çalışmadım da hiç.
  • Ben de çalışmadım. Eve gidince biraz oyun oynar sonra bakarım örnek testlere.
  • Tamam. Zaten yarın Cuma. Beden dersi de var. Bol bol maç yaparız. Hafta sonu da artık dershanede yaramazlık yaparız.
  • Zaten bir kaç gün okulda yaramazlık yapmayalım. Osman YILDIZ canımıza okudu gördün.
  • Aynen. Haydi iyi akşamlar görüşürüz.

Eve vardığımda babaannem akşam yemeğini hazırlamıştı. Bugün onda mı kalsam yoksa eve mi gitsem diye karar verememiştim. Birazdan Yalan Rüzgarı’da başlayacaktı. Aman Tanrım, yine Christine çıkacaktı. Bence bu akşam ATARI keyfini bırakıp Yalan Rüzgarı’na odaklanayım. Hem yine Christine’i izlerken divanın üstünde uyuyakalırım… Sapsarı saçları ve masmavi gözleriyle yine melek gibi çıkacaktı ekrana. Ne kadar da güzel bir kadındı. Acaba büyüyünce benim de böyle bir sevgilim olacak mıydı? Victor Newman gibi zengin olamazsam asla bulamam böyle bir kadın ben… İşte başlıyor. Bu dizinin müziğine hayranım..

Sevgilerle…

” Onur SUSAN”

Lütfen bir cevap yazın.

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close