Hava grimsi tonlarda. Sebebi belki bacalardan çıkan duman, belki de ağlamak ve içini boşaltmak için can atan bulutlar…
Hangi mevsimi daha çok sever insan. Dört mevsim var. Tabi bu mevsimlerin tamamını yaşayan ve yaşayamayan da. İlkbaharı bilmeyen biri sevebilir mi o mevsimin güzelliklerini? Hiç sanmıyorum. Hangi güzelliğini yaşamıştır ki baharın? Peki ya kışı bilmeyen nerden bilir beyazın saf güzelliğini? Fotoğraflardan mı?
Yine bir kış mevsimi. Bir öncekilerden farkı var mı bilmiyorum. Hiç kıyaslama yapacağımı düşünüp de kış aylarının değişken tavırlarını not almadım. Hep o anki haliyle yaşamaya çalıştım. Evet yine bir Ocak ayı. Dışarıda yağmur… Çok soğuk olmasa da, battaniyenin altına girmeye yetecek kadar bir serinlik. Sıcacık kahvenin dumanı tüterken, yağmur damlacıklarının desen oluşturduğu camlardan dışarı bakmanın verdiği keyif, mutluluk. Kimi evlerin bacalarından tüten gri duman… Hemen aklına sobalı bir evde kışın oturmanın dayanılmaz mutluluğu geliyor değil mi? Soba üstünde demlenen çay, kesik atılmış kestanelerin kokusu…
Çiseleyen yağmur altında, sessiz sokaklarda yürüyen bir insan. Kaldırımın bir kenarında yavaş yavaş yürüyorken yine kafasında aynı sorular, kalbinde aynı duygular… Şimdiye kadar hangi gözyaşı söndürebilmiş ki kalpte yanan kor alevleri? Hava grimsi tonlarda. Sebebi belki bacalardan çıkan duman, belki de ağlamak ve içini boşaltmak için can atan bulutlar… Fark etmez ki? Hüngür hüngür ağlasa bulutlar ne değişir ki? Aynı sokaklar, aynı kaldırımlar, aynı binalar. Devam ediyor izlendiğinden haberi olmadan bir insan. Elleri cebinde, ara ara durup düşünüyor gibi. Ama biz bunu nasıl anlayabiliriz ki? Derin bir nefes almak için mi duruyor yoksa bulunduğu sokağın anılarını mı tazeliyor?
Bir sokağa geliyor ki, bakmaya korkuyor gibi. Adımları yavaşlıyor, sanki o yöne bakmak için amansız bir savaş veriyor gibi. Kim bilir oradan kaç insan gelip geçti? Onun için neydi özelliği? İçimden gidip o insanla konuşmak geliyor. Ama biraz daha izlemek istiyorum. Merakıma yenik düşmek istemiyorum şu anda. Bir ara arkasına bakacakmış gibi oluyor. Sanki izlendiğini fark ediyormuş gibi. Sanmıyorum. Bu mesafeden birilerini görebilmesine imkan yok. Kaldı ki; sokaklarda dolaşan diğer insanlar arasından onu izleyenin ben olduğumu nereden bilecek ki?
Korka korka dönüyor sokağın köşesini. Elleri hala cebinde. Duruyor öylece. Seyrediyor bir yerleri… Dakikalar geçiyor ama en ufak bir hareket yok. O zaman daha çok merak ediyorum onun kafasında olup bitenleri. Ya da ben mi basit düşünüyorum? Olan biten hangi insanın sadece kafasında olabilir ki? Gerçek olan kalbindeki değil mi? Dönüyor aniden, gülümsüyor hafifçe bana bakarak. Nasıl anladı bilmiyorum onca insan arasından benim onu izlediğimi. Şaşıp kalmamak elde değil böyle bir durumda öyle değil mi?
Ne günahlar işlendi, ne yeminler edildi dumanı tüten evlerde. Ne sevinçler, ne hüzünler yaşandı bitti ömür dediğimiz gelip geçici mevsimlerde. Ama gerçek şu ki, kimse bilemedi; belki de bilmek istemedi, bir insanın kalbinin derinliklerinde ne savaşlar kaybedildi, ne canlar yitirildi. Kalp deyip geçmeyin sakın. Farkında bile değilsinizdir, sizi de izleyen birileri vardır elbet. Bilin ki; o diğer sizsiniz. Asla kavuşamadığınız, var olduğunu bildiğiniz, ama göremediğiniz siz..
Adam yağmurun altında, yolun kenarında dakikalarca bekledi… Derin derin iç çekti. Tanıdık bir sokağın kaldırımında, tanıdık binaların gözleri önünde bir gökyüzünü bir ümitlerini usul usul seyretti.
“Onur SUSAN”