Okula varmıştık. Sınıfa girdik ve gözlerimin önündeki tablo her zorlu sınavda olduğu günün aynısıydı. Çalışkan kızlar açmışlar fizik defter ve kitaplarını notlarına bakıyorlardı. Tabi bizim tayfa da yine arkada toplanmış şamata yapıyorlardı.
- Okul çıkışı geç gelirim anne haberin olsun. Çocuklarla internet kafeye gideceğim. Biraz takılacağız orada.
- Oğlum evinde bilgisayar var ne internet kafesi?
- Anne arkadaşlarla birlikte oynuyoruz sen anlamazsın. Of ya!
- İyi ne yaparsan yap!
Kapıdan çıkmadan önce yine annemle girdiğim diyalog bu şekildeydi. İnternet kafeler bu aralar çok revaçtaydı. Bir Half Life furyası başlamış gidiyordu. Aslında evde tekli oyuncu modunu 2 defa bitirmiştim ancak bizim çocuklarla beraber çoklu oyunculu oynamak acayip keyif veriyordu. Gerçi daha gün yeni başlıyordu. Fizik sınavımız var ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Vedat kopya vermezse kesin çakacağım bu dersten. Ve çakarsam evdeki bilgisayar bile yalan olabilir artık benim için.
- Ya babacım her sabah beni böyle bekletmek zorunda mısın? Bak 7 buçuk buluşalım diyorsun 15 dakikadır bekliyorum seni
- İyi de saat tam 7 buçuk? Sen neden 15dk erken geliyorsun ki? Benim ne suçum var?
- Aq bir kere erken gelsen şaşarım zaten. Haydi ufaktan yol alalım. Ya bu arada bugün Fizik sınavında bana yardım et babacığım. Adam gibi çalışamadım bilgin olsun.
- Yine bütün gün bilgisayar başındaydın değil mi?
- Hiç sorma abi ya. Anlamıyorum ben Fizikten. Biraz baktım ama bir b.k anlamadım.
Size nam-ı diğer Yamuk olan Vedat’tan bahsedeyim. Kendisine bütün okul dönemi boyunca “baba” demişimdir. Bunun öncelikli sebebi fizik olarak bizlerden iri yarı olması. Ama onu asıl baba yapan derslerdeki başarısı ve zekasıydı. Gerçi hafta sonlarını dershanelerde geçirmesinin de buna faydası vardı ancak kesinlikle sayısal derslerde kıvrak bir zekası vardı ve sınıfın en yüksek not alan erkek öğrencisiydi diyebilirim. Benim onunla aramın iyi olmasının sebeplerinden biri evlerimizin yakın olması ve diğer bir sebep de elektriğimizin uyuşmasıydı.
- Ya acaba Metin hoca kazı sorular hazırlamış mıdır?
- Sence?
- Bence kol gibi sorular soracak sınavda. Hepimiz kalacağız. Tabi sen hariç babacığım.
- Merak etme yardım edeceğim sana. Formülleri ezberledin mi?
- Hepsi hafızamda. Bir iki tane de sıraya yazdım mı tamamdır.
- Güzel. O zaman dert etme.
Okula gidene kadar yol boyunca Vedat’la sohbet edip durduk. Zaten sabah gidiş ve akşam dönüşlerimizin rutiniydi bu. Gündüz saatleri yokuş aşağı yol almak ve sohbet etmek eğlenceli oluyordu ancak dönüşte rampa çıkmak biraz yorucu olabiliyordu bizim için. Bu yüzden bazen kestirme yolları tercih etmiyor değildik. Bu kestirme yollar bazen bir apartmanın üst giriş kapısı bazen de dimdik merdivenli bir yol olabiliyordu.
Okula varmıştık. Sınıfa girdik ve gözlerimin önündeki tablo her zorlu sınavda olduğu günün aynısıydı. Çalışkan kızlar açmışlar fizik defter ve kitaplarını notlarına bakıyorlardı. Tabi bizim tayfa da yine arkada toplanmış şamata yapıyorlardı.
- Beyler günaydın.
- Onur çalışmadın değil mi yine Fizik sınavına? Tabi aq yanında yamuk var. Ben olsam ben de çalışmam. Onun sayesinde Fizik uzmanı çıkacaksın başımıza.
- Yok be oğlum. Duyanda sırf kopyayla geçiyoruz sanacak. Ulan Metin hoca olmasa tamam derim de. Adam bırak kopya çekmeyi nefes aldırmıyor.
- Lan Onur bırak ayak yapmayı. Kaç defa kağıt değiştirdiniz gözlerimin önünde.
- Şans işte. Her zaman olmuyor bebeğim. Lan Yusuf, çalıştın mı Fizik dersine?
- Ehe ehe. Oğlum bütün soruları aldım ben. Lan YAMUK sana mı kaldık oğlum. En az 90 bu sınav görürsün.
Sınav saatine daha çok var. Öncesinde bir kaç ders var ve her önemli sınav günü olduğu gibi bugün de o derslerin hocalarından bizi boş bırakmaları için istekte bulunduk. Onlarda Fizik dersinin ne kadar zor olduğunu bildiği için sınava çalışmamız maksadıyla ders işlemiyorlardı. Metin hocanın zorlu sorularını öğrenciler dışında öğretmenler de çok iyi biliyorlardı.
- Yeter ya. Sıkıldım ben baba ya. Formül formül formül. Bu ne arkadaş. Uzaya roket mi atacağım ben bunları öğrenince?
- Onur bak işte şunlara. Bıdı bıdı etme. Ben sana yardım edeceğim.
- Lan Okan? Çalış çalış. Kafanı kaldırmıyorsun kitaptan. Bu ne ineklik be kardeşim.
(Çocuklar konuşmayın… Size ders çalışmanız için izin verdim gevezelik etmeniz için değil! Yoksa Matematik dersine geçiş yaparım haberiniz olsun…)
Matematik hocamız sınıfın uğultusunun artmasına sinirlenmişti. Erkeklerin çoğu ders çalışmaktan çok sessizce geyik yapıyordu. Ön sıralarda oturan kızlar ise inek gibi derslerine çalışıyordu. Bu kızları anlamak mümkün değildi. Bu kadar ders çalışmaya nasıl hevesli olabiliyorlardı. Dünyada şu derslerden çok daha önemli konuşacak yüzlerce konu vardı.
- Lan Ekşi…
- Ne var be? Sus ders çalışıyorum oyalama beni.
- Lan Ekşi… Ne oldu Tuğba’yı ayarlayabildin mi? Lan… Ulan sen varya sen…
- Ne Tuğbası be. İşim olmaz benim.
- Ulan kıza bakarken salyaların akıyor. Şşşşt Tuğba, Tuğba!
( Ön sıralarda oturan Tuğba arkasını döner ve kim sesleniyor diye bizim olduğumuz bölgeye bakar.)
- Ekşi. Lan Ekşi. Hııııııı. Sen varya sen az sapık değilsin.
- Yapmayın oğlum be. Uğraşmayın çocukla.
Bir kaç tenefüs ve ders derken sonunda beklenen an gelmiştir. Stres artık had safhadadır. Tenefüs son bulur ve sıralarımıza oturup Metin hocanın sınav için gelmesini beklemeye başladık. Orta sıranın en arkasında Vedat ile beraber oturuyordum. Sıraya üç dört tane formül kazıdım ve kollarımla o formüllerin üzerini kapattım. Hava güzel olmasına rağmen hiçbir erkek öğrenci ceketini çıkartmıyordu. Çünkü çoğumuz formülleri sıraya kazımıştık. Ve ceket kalın olduğu için kollarımızla sıranın üstünü kapatmak çok daha kolay oluyordu. Gerçi Metin hoca bu tekniklerin hepsini biliyordu ancak bize nefes bile aldırmadığı için bu saçma teknikleri hiç umursamıyordu.
- Haydeen yavrum. Sınav kağıtlarını arkaya doğru uzatın ve çıt çıkarmayın. Hele bir çıt sesi duyayım ağzınıza ederim yavrum.
- Hocam zor sormadınız değil mi?
- Bak hele tezek! Ne zor soracağım sana. Adam gibi çalış geç sınavını.
45 dakikalık stres başladı. Sorular kol gibi. Hiç şaşırmamıştım. Vedat yanımda sırıtıyordu. Belli ki sorular ona normal gelmişti. 7 soru vardı. İlk 2 soru kolay sayılırdı. Formülü yaz rakamları yerleştir sonuç hazır zaten. Sonraki 3 soru orta zor arası bir şeydi. Sadece formül yetmiyordu. Bir kaç formül gerekiyordu. Son 2 soru ise bildiğin koldu. Hani 85 ve üzeri almayalım diye hazırlanmış sorulardı. Benim onları yapmama imkan yoktu. Zaten onları çözebilecek kapasitede olsam bu okulda okumazdım sanırım.
İlk 2 soruyu hallettikten sonra kafamı kaldırıp etrafa bakmaya başladım. Bizim tayfanın hepsi ecel terleri döküyorlardı. Süslü kızlarımızın da bizden pek farkı yoktu. Makyaj yapmaya benzemediği kesindi Fizik sınavının. İnek tayfası ön sıralarda sanki atomu parçalarına ayırıyormuş gibi kağıda bir şeyler karalayıp duruyorlardı. Metin hoca en ön sıraya oturmuş. Başını hem sıraları hem de camdan dışarıyı görecek açıya getirmiş. Kıpırdamadan duruyordu.
- Babacığım kağıtları değiştirelim. Sıçtım ben. Kesin 30 alacağım.
- Dur az kaldı. Bitireyim şu soruları da yardım edeceğim sana.
(Yavrum aranızda fısır fısır konuşmayın. Hele beni ayağa kaldırmayın. Yanınıza gelirsem ne olacağını biliyorsunuz.)
Metin hoca tüm sınıfa hükmediyordu şu anda. Ve işin en kötü tarafı nereye ve kime baktığını göremiyorduk. Dışarıdan gelen güneş ışınları gözlük camlarına vuruyordu ve Ray Ban güneş gözlüğü misali numaralı gözlüğü parlıyordu. Kafası sabit bir noktaya bakıyor ancak gözleri nereye bakıyor gözükmüyordu. Bu hareketsiz duruşu kopya çekme hevesinde olan tüm öğrencileri daha da strese sokmuştu.
- Babacığım haydi az kaldı zil çalacak. Şu kağıtları değiştirelim.
- Oğlum Metin hoca nereye bakıyor göremiyorum ki? Baksana gözlükleri parlıyor. Yakalanırsak biteriz.
- Ya riske girelim yoksa kalacağım sınavdan. Gel değiştirelim şu kağıtları.
Biz bu diyaloğa girerken Yusuf bir anda Vedat’a fısıldarcasına seslenir.
- Babacım babacım, 5. Sorunun formülü hangisi babacım.
Metin hoca bu duruma sessiz kalabilir mi?
(Ulan eşşek sıpası? Yapamıyorsan soruyu boş bırak. Neden sağa sola sesleniyorsun? Hele Yusuf yanına gelirsem ağzına burnuna sıçarım yavrum.)
İşte Metin hocanın gözlüklerindeki yansıma gittiği anda Vedat ile kağıtları değiştirdim ve Vedat benim boş bıraktığım soruları çözmeye başladı. Bu aslında sıkıntılı bir süreçti. Yazı fontlarımız farklıydı. Metin hoca benim Vedat’la yan yana oturduğumu ve Vedat’ın Fizik derslerinin çok iyi olduğunu da biliyordu. Kağıtları okurken eminim kopya çektiğimin farkına varacaktı. Ancak boş kağıt vermektense bu riske girmeye değerdi…
Ve sonunda tenefüs zili çalmıştı. Büyük streslere gebe olan bu sınavı da atlatmıştık. Herkesin suratı beş karış kağıtlar ön sıraya teslim edilerek en önde toplandı ve Metin hoca kağıtları aldı ve sınıftan çıktı. Kimsenin yüzü gülmüyordu. İnekler hariç herkes bu sınavdan çakacağını biliyordu. Fakat gün bitmişti. Artık eğlenme vakti gelmişti.
- Beyler hadi Half Life yapalım! İnternet kafeye.
- Haydi millet zaman kaybetmeyelim. Yer kapalım.
- Aq ben o klavyesi bozuk bilgisayara oturmam bu sefer haberiniz olsun.
- Tamam değiştirmişlerdir onu çoktan sıkıntı yaşamazsın.
Beş altı kişi yola koyulduk. İnternet kafeye gittik ve bilgisayarların başına koyulduk. Herkes birbirine rakipti. Önümüze geleni indirmemiz gereken Ölüm Maçı modunda oynuyorduk. Takım yoktu. Bu oyunda Yusuf fena sayılmazdı. Haritaların gizli yerlerini biliyor, o bölgelere pusu kuruyor ve önüne geleni öldürüyordu.
- Onur, gel sen gel. Bekliyorum seni. Kopya çekmeye benzemez bu oyun.
- Lan Yusuf hile yapma. Sen bir üç kağıt çeviriyorsun ama soracağım ben sana.
- Çat! Ooooooo aklını aldım elemanın be. Beynine koydum mermiyi.
- Aq senin ben Yusuf. Hile yapıyor abi bu herif onamayacağım ben.
- Mızmızlanma Onur hile falan yapmıyor.
- Bu ne aq ya. Stres atmaya geldik herif hepimizi tek tek indiriyor.
- Ehe ehe ehe. Beynine çakayım mı bir tane daha. Ehe ehe.
- Ha ha ha. Çok komiksin Yusufcuğum.
Saatler birbirini kovalarken artık oyundan sıkılmıştık. Çünkü Yusuf hepimizi öldürüp kahkaha atıyordu. Her ne kadar bu oyunun tekli senaryosunu iyi oynuyor olsamda, Yusuf çoklu oyunda hepimizden iyiydi. Galiba internet kafelerde yatıp kalkıyordu. Bu kadar taktiği normalde bilmesi mümkün değildi.
Artık evin yolunu tutma zamanı gelmişti. Vedat ile sohbet ede ede eve doğru yol aldık. Tabi konumuz Fizik sınavıydı. Ona bir söz vermiştim. Sözel derslerde de ben ona kopya verecektim. Çünkü o kafasını sözel derslere vermeyi pek sevmiyordu. Yolda sınavın kritiğini yaptıktan sonra eve varmıştım. Karnım çok açtı ve bir şeyler yemem gerekiyordu. Akşam yemeğine çok az bir saat kalmıştı ancak abur cubur yemeden duramazdım.
Hemen bilgisayarın başına geçtim ve yanıma da bir kaç abur cubur aldım. İnterneti açıp biraz araştırma yapmam gerekiyordu.
- Internet Explorer / Google / Half Life haritalarında gizli yerler / Ara!
Bu Yusuf’un önderliğine bir son verme zamanı gelmişti. Sınavlar mı? İleride bana ne faydası dokunacaktı ki? Haydi birazcık oyun hilesi öğrenelim.
Sevgilerle…
“Onur SUSAN”