Kısır Döngü, Yeniden…

Bu kadar uzun süreceğini tahmin eder miydik? Hiç sanmıyorum. Ama “sınırlarla dolu” yaşamımız tüm hızıyla devam ediyor. Ve bu sınırları biz belirleyemiyoruz! İronik değil mi? Halbuki hepimizin sınırları vardır ve bu sınırları severiz. Peki ya elimizde olmayan sınırlar? Neyse; konumuz bu değil.

Kısır döngümüz devam ediyor ve ben bu aralar yine bir şey üretemeden (evde, iş ile alakalı şeyleri es geçiyorum.) rutin yaşamıma devam ediyorum. Ve yine tıpkı bir öncekilerde olduğu gibi bol bol kendime düşünecek zamanlar yaratıyorum. Pardon; “zaman” ben istemesem de dolu dolu var. (Video konferanslar, Excel tabloları ve uzun raporları ayrı tutuyorum. Çünkü bu süre zarfındaki düşüncelerim iş ile alakalı oluyor.) Fitness kulübünde bir yöneticinin konferanslarla, Excel tablolarıyla, raporlarla ne işi olur dediğinizi duyar gibiyim… O konuya da girmiyorum. Konumuz farklı.

Bir şeyler üretemediğim bu zamanlarda geriye ne kalıyor? Genellikle çoğumuzun yaptığı gibi tüketmek… (Yediğimiz abur cuburları yine ayrı tutuyorum.) Youtube’da favori kanallarım, Netflix ve Amazon’da dizi ve film keyfi, Apple Music’de favori çalma listeleri, oyun konsolunda sevdiğim video oyunlar, zamanımı iş dışında sürekli meşgul ediyor… Kitap bile okuyamadığımı fark ettim yine. Aynı anda üç dört kitap okuyan, favori dergileri tüketen ben; bu aralar bunlardan da uzak kaldığımı fark ettim. Neyse ki; düşünce seanslarım devam ediyor. Ha bu arada; blog sayfama bile içerik üretemiyorum yeteri kadar. Karaladığım bir kaç şiir, yazı var ama onlar da kısıtlı. Sosyal ağlarla aramı soğuk tutmaya da elimden geldiğince devam ediyorum. En azından beni rahatlatan şeylerin başında bu yeni alışkanlığım geliyor. Kesinlikle insanı psikolojik olarak sağlıklı kılıyor. Şiddetle tavsiye ederim.

Gelelim düşünce seanslarıma. Yaşlandım biliyorum. (Yaş otuz beş yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün…) Ama seviyorum da bu halimi. Son iki üç yılıma şöyle bir baktığımda inanılmaz tecrübeler edindiğimi fark ettim. Ve o kadar sakin ve soğukkanlı bir karaktere büründüm ki; 32 yaşındaki Onur ile 35 yaşındaki Onur arasında dağlar kadar fark var. Bunu çok net görebiliyorum… Düşünce seansı demiştim. Asıl konumuza dönelim. Genellikle düşünce seanslarımda bana huzur veren şeyleri düşünüyorum. Bu şekilde düşünce yolculuğuna başladığımda kendimi hep çocukluğumda; en keyif aldığım 90’larda buluyorum. Evet biliyorum; bunda sürekli dinlediğim şarkıların, izlediğim dizilerin katkısı büyük. Zaten bunlar birbirini sürekli tetikliyor. Bu satırları yazarken bile şu an arka planda “Depeche Mode – Personal Jesus” çalıyor. Diyorum ya; huzur veriyor. (Şarkı 89 yılında piyasaya çıkmış. Ama haliyle benim tanışmam 90’ları bulmuş.) Yeni şarkı keşiflerini bile o kadar aza indirdim ki; ihtiyaç dahi duymuyorum. 

Çok uzattım. Son bölüme girmiş bulunuyorum. Doksanlarda neler dinledim, izledim, oynadım? Neler beni mutlu ediyordu da, şimdi de aynı şeylerden hala zevk alabiliyorum? Kısa da olsa son bölümde bunları sizlerle paylaşmak istiyorum. Siz de doksanlarda büyümüş günümüzün “yaşlılarındansanız” eminim bana yüzde yüz katılacaksınız. 

Ben küçükken HBB kanalını çok severdim. Hatırlayanlar bilir. O kadar güzel içerikler vardı ki… Çizgi diziler, pembe diziler, filmler. Ve hatırıma gelmeyen bir çok şey. Geçen günlerde yine düşünürken; sporu neden çok sevdiğimi düşündüm. Evet daha ilk okul yıllarımda futbola başladım. Önce amatör bir kulüpte, ardından İstanbulspor ve Kasımpaşa SK’da futbol oynadıktan sonra kendimi bir süre sonra Fitness sektörüne attım. Tabi ki o dönemin yıldız oyuncularını izlemek beni futbol aşığı yapmıştı (kaldı ki son yıllarda bir tane bile futbol maçı izlediğimi hatırlamıyorum…) ama Fitness’ı sevmemin sebebi kesinlikle “GILAD’s Body in Motion” programı diyebilirim. Tayt giymiş bir erkek, ve etrafında fit vücutlara sahip kadınlarla muhteşem bir deniz kenarı, manzara eşliğinde mat üzerinde aerobik hareketleri yapıyordu… Nasıl da bilinç altıma işlemişse, spor sevgim daha çocukluk yıllarımda bu program sayesinde başlamıştı. (Otuz beş yıllık hayatımda bir kere bile tayt giymedim. Acaba nasıl bir duygu? Levo’ya sevgiler.)

Fitness sevgimin kaynağını bulmuştum… Peki ya motor sevdam? Hafif bir Scooter kazası geçirmiş biri olarak bile hala “motorları” (anlam karmaşası olmaması için tırnak işareti koyuyorum.) çok seviyorum. Özellikle Cafe Racer ilgi alanımdır. Ancak yarış motorlarının tutkusu da bir başkadır bilirim. Gelelim bu “motor” sevdamın kaynağına… Onu da hatırlamıştım. Yine izlediğim bir çizgi film daha çocukluk yıllarımda “motor” sevgisi aşılamıştı bana. Heyecan ve tutku doluydu. Dilimize “Genç Yarışçılar” olarak geçen bir animeydi. Başrol oyuncusu “Taka” isimli bir karakterdi. Animenin orjinal ismi Futari TAKA Daka Kaoru Shintani olabilir. Tam emin değilim. (En azından arama yaptığımda bu ismi buldum.) Ancak biliyorum ki, soluksuz izlediğim bir çizgi diziydi. Bilinçaltımda hala o eşsiz yarışlar vardır ve ara ara sahneleri gözümün önüne gelir. (Özellikle çok sevdiği arkadaşının resmi bir yarışta kaza yapması, alevler içinde kalması, ve bunun TAKA’nın sürekli gözünün önünde canlanması. Tabi bir de annesiyle sürekli atışması vardı. İnanılmaz keyifli ve komik atışmalardı.)

Sarışın hastalığıma daha önce onlarca kez değinmiştim. (Artık öyle bir tutku kalmadı, vicdanı olsun yeter… ) Yalan Rüzgarında’ki Christine (Lauralee Bell) bu konuda o kadar büyük bir etkendi ki. Babaannem sayesinde Yalan Rüzgarı’nın her bölümünü eksiksiz seyrederdim. (Huzur içinde uyu Atifet Sultan.) Yalan Rüzgarı ile beraber Cesur ve Güzel dizisi de bilinç altıma işlemiş ender pembe dizilerdendir. Tabi düzenli olarak izlemediğim jenerik müziğini Julio Iglesias’ın seslendirdiği Manuela dizisini de es geçmeyelim. Onu da kim unutabilir ki? (Yeri ayrıdır, dümdüz sarı saçlarıyla Grecia Colmenares estirirdi ortalığı…) Gerçi şimdi böyle dediğime bakmayın, çocukken Transformers’mı izlemek isterdin yoksa pembe dizi mi diye sorsalar; cevabım çok açıktı. Tabi ki Transformers… 

Hazır dizi demişken; belki bir öneri listesi gibi olacak ama birazdan söyleceğim yerli yabancı dizileri hangimiz izlemedik ki? Örneğin Rowan Atkinson’un muhteşem oyunculuğuyla Mr. Bean serisi. (Friends’i söylemeye dahi gerek yok biliyorum.) Everybody Loves Raymond’u hatırlayanlar? Dawson’s Creek’ciler? Sırf isminde Sex geçiyor diye merak edip bakmayanın kalmadığı; Sex and The City? Vampirlere hayranlık duymamıza sebep Buffy The Vampire Slayer? Yerli mi dediniz? Tabi ki de Bizimkiler? Süper Baba? Nasıl da gözlerinizin önünde muhteşem hatıralar canlanmaya başladı değil mi? Daha buraya yazmadığım onlarca muhteşem yerli yabancı dizi… Zaman nasıl da güzeldi o günlerde.

Çocukken (erkek çocuklar olarak) hangimiz Rambo olmak istemedik ki? Tabi öncesinde hepimizin Astronot olma sevdası da vardır. Ama benim o sevdam pek olmadı. Uzayın derinlikleri bana pek çekici gelmiyordu eminim ki. Şimdi de çok çekici gelmiyor. Neyse ki; Rambo sayesinde ağaçların dallarından kendimize yay ve ok yapar, yoldan geçen insanlara gizlenip atardık. Arkadaşlarımla saatlerce oturup, ağaçların dallarını kesip, onları bir güzel bıçakla yontup, çentikler atıp, sıkıca yay gerdiğimiz ve kafamıza kırmızı kurdelalar bağlayıp sokaklara daldığımızı hala çok net hatırlarım. (Evet, doksanlar olarak bizler sokakların tadını almış nesillerdik. Şimdiki nesil bizim yaşadığımız tatların hiç birini alamıyor artık.)

Her erkek video oyunlarını sever. (Günümüzde kadınlar da çok seviyor.) Ben uzun bir ara verdim bu sevgiye, ancak oynamasam bile uzun süredir takip ettiğim bir çok oyun kanalı vardı. Günümüze geldiğimizde hala tutkuyla oynadığım bazı oyunlar var. Gerçekten vazgeçemiyorum. Sonra da sebebi yine düşüncelere daldığımda gözlerimin önüne geliyor. 96 yılı yapımı Tomb Raider oyunu hayatıma damga vurmuş ilk oynadığım bilgisayar oyunu diyebilirim. (Age of Empires serisini ayrı tutuyorum. Sebebi; ilk oynadığım bilgisayar oyunu değildi çünkü 97 yılında çıkmıştı. Ama yıllarca aşığı olduğum ve hayatımdan ciddi zamanlar çalan tek oyundur. Onun yerini hiç bir oyun tutamaz.) Çoğu insan Tomb Raider’ı Angelina Jolie ile hatırlar. Ama biz tutkunları olarak onu, piksel piksel haliyle hatırlarız. Bizim için Angelina’dan bile güzeldir kendisi. 96 yılında bilgisayar ekranlarında gördüğümüz en seksi kadındı kendisi. (Bunu dünyada yapılmış çeşitli anketler de kanıtlamıştır… Bu anketleri o dönemde oyun dergilerinden takip edebiliyorduk.) Bu arada günümüzde de hala Tomb Raider oynarım. Tabi ki 96 yapımı değil de günümüz versiyonlarını.

Aklına sürekli bunlar mı geliyor diye sorabilirsiniz. Hayır her zaman doksanlar gelmiyor. Sürekli o dönemlerde sokaklarda oynadığım oyunları, gittiğim futbol antrenmanlarını ya da maçları veyahut dinlediğim şarkıları düşünmüyorum. Can sıkan, moral bozan, insanı üzen şeyler de geliyor. Hepimizin aklına geldiği gibi. Ama genellikle çocukluğuma gittiğimde keyif alıyorum. Youtube sayesinde o dönemlerdeki bir çok içeriği araştırıp ara ara izleyebiliyorum. (Bu sabah Susam Sokağını izledim. Kırpık, kurbağa, minik kuş ve tabi ki Edi ile Büdü…) Nasıl da suratımızda masum bir tebessüm oluşturuyorlar değil mi? 

Ne, “128 milyar dolar neredeler”, ne, “bir kereden bir şey olmazlar”, ne, “soykırım açıklamaları”… Can sıkıcı hiçbir şeyi takip etmiyorum. (Twitter sağolsun istemesem de gözümün önüne bir çok saçma şeyi getiriyor zaten.) Hayatın zorlukları yeteri kadar can sıkıyorken fazladan can sıkıcı içeriğe hiç ihtiyaç yok. Instagram takibini de en düşük seviyeye indirmiş durumdayım. Takip ettiğim çevremin bir çok “sosyal ya da duyar” içeriğini ya da trend olmuş içeriklerini de direkt görmezden gelip geçiyorum. Bu şekilde kafamı saçma şeylerle meşgul etmemiş oluyorum. (Ben bu satırları yazarken Instagram’da 20 yaş challenge’ı başlamış durumda… Keşke; 10’lu yaşlar olsaydı konumuza da uygun olurdu.)

Az da olsa yazıyorum, çok da olsa düşünüyorum, orta ayar dinliyorum, izliyorum… Şu sıkıcı dönemleri minimum huzursuzlukla geçirmek için elimden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorum. 

Sevgilerle…


“Onur SUSAN”

Kısır Döngü, Yeniden…” için 3 yorum

  1. Doksanlı yıllarda televizyonda Geleceğe Dönüş filmi gösterilmişti. Filmdeki hava kaykayına bayılmıştım. Keşke bununla gezsem diye düşünmüştüm.

    Liked by 1 kişi

  2. Ve yıllardır o kaykayı hala gerçeğe dönüştürememek… Bir gün başaracaklar belki o zaman gezersin onunla 🤗

    Beğen

  3. O yıllarda.yaşmak isterdim. Günümüz çok boş ve saçma…

    Beğen

Lütfen bir cevap yazın.

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close