L koltuğun yatak olması fena sayılmazdı benim için. Babam eve bilgisayar getirdikten sonra odamdaki tek kişilik yatak kalkmış ve yerine bilgisayar masası gibi kullanılan normal, sıradan bir masa konmuştu. Bilgisayarım onun üstünde gayet kullanılabilir bir haldeydi. Ben de akşamları yeni aldığımız L koltuğu yatak konumuna getirip fosur fosur uyuyordum…
- Bugün sıvanım yok anne. Bu arada paydostan sonra belki Ebocuk bize gelebilir. Biraz bilgisayarda takılacağız yine haberin olsun şimdiden.
- Tamam oğlum. Derslerini iyi dinle.
- Tamam anneeee. Bu arada ben yine de çıkışta PTT’den seni ararım. Gelmemize yakın çay demlersin.
- Emrin olur Onur bey…
Kapıda hazırlanırken annemle girdiğim diyalog bu şekildeydi… Apartmanın 3. katından merdivenleri koşar adımlarla inmiştim. Elimde bir kaç tane defter vardı. Ceketimin iç cebine, içinde yedek Tombo uç dolu kalemimi de koyduktan sonra hızlı bir şekilde okulun yolunu tuttum. Sabahçı olmanın verdiği en büyük avantaj, öğlen saatlerinde paydos edip akşama kadar evde bilgisayarın başında vakit geçirmekti benim için… Ayrıca akşamları erken yattığım için uyanmak asla problem olmamıştı geçen üç sene boyunca. Kendimi bu konuda iyi disipline etmiştim.

Günlerden cuma. Ve ben hızlı hızlı meşhur balcı yokuşundan aşağı inip, kalaycının karşısından ışıklara bile bakmadan koşar adımlarla karşıya geçtim ve yolda kendi kendime şarkı söyleyerek okulun bahçe kapısına geldim. Okulum çok uzak olmadığı için yürüyerek gidip gelmek hiç sorun olmuyordu benim için. Sabahın erken saatlerinde bahçede bir kaç öğrenci dışında kimse yoktu. Zaten bizim çocuklar çoktan sıralarına geçmiş muhabbet ediyorlardır. Bahçede oyalanmanın pek bir anlamı yok.
Hemen sınıfa daldım ve bizim ekibin yanına geçtim.
- Ebocuk getirdin mi abi CD’yi?
- Evet abi… Çantamın içinde. Bir de Premier Lig Futbol Menajer var. Olmazsa ona da bakarız.
- Yok abi bence AoE bize yeter. Emin ol 3-4 saatimizi alır yeni haritada kapışma.
- Tamam abi bakarız duruma göre… Ama Level dergisinde FM’ye 8 vermişler haberin olsun.
- Abi zaten içim dışım futbol. Bence hiç gerek yok. Tomb Raider yanında mı?
- Yok abi onu arkadaşa verdim. Çok merak ediyordu.
- Tüh be. Bir iki maceraya atılırdık aslında. Geçemediğimiz bölümün save dosyası hala duruyor. Olmadı haftaya o bölümden devam ederiz.
- Olabilir. Alırım CD’yi çocuktan…

Bizim sınıftaki gruplaşmadan bahsedeyim biraz. Sonuçta orta okul 3 olmuşuz. İster istemez gruplaşma kendi kendine de olsa olabiliyor. Ben, Ebrar (Ebocuk), Arda (Bodyman) ve Burak bilgisayar delileri olarak nam salmış ekiptik. Çünkü orta birden beri işimiz gücümüz bilgisayardı. Bir de bizi çok seven ama bir o kadar da gıcık olan ağır abi tayfası vardı. Yılmaz, Okan ve bir kaç tane daha haylaz öğrenciler… Aslında kafa dengi çok fazla grup vardı. Fakat gruplar arası çatışma asla yaşamıyorduk aramızda. Tabi Yılmazlar sınıfın liderleri olduğu için genellikle son sözü onlar söylerlerdi çoğu olayda.
- Ohaaa. Abi Chip dergisinin yeni sayısı mı o?
- Evet abi. Şu Pentium 2’ye bak abi… Muhteşem gözükmüyor mu?
- Rüya gibi aq ya. Bilgisayar uçar bunla yemin ederim.
- Yuh. Mouse’a baksana. Ne marka o?
- A4Tech 4D Plus?
- Hı?
- Ey fortek fordi pılas.
- Aq biraz yavaş konuş be Ebocuk. 3 senedir senin şu konuşmanı bir türlü çözemedik…
O sırada Arda konudan tamamen farklı bir şey söyler:
- Bizim mahalledeki Volkan abi dün Voodoo 2 aldı ya. Böyle bir ekran kartı olamaz beyler. NeedforSpeed’i bir de o ekran kartıyla görmeniz lazım.
Biz ağzımızdan salyalar akarak Arda’yı dinlemeye başladık.
- Oha Arda. Senin Volkan abi ne iş yapıyor arkadaş? O kadar parayı bir ekran kartına verecek kadar parası var mı?
- Var tabi. Adam iyi kazanıyor. Beraber gittik hatta. Gözünü kırpmadan verdi. Siz bir de onun bilgisayarı görün. Fena bir şey. Adam 6.4 GB çift hard disk ve 16MB Edo Ram taktırdı.
- S.ktir lan! Hayatta inanmam. Servet oğlum bu söylediklerin.
- Evet abi yalan mı söyleyeceğim. Adamın bilgisayarı uçuyor resmen.
- Aq biz 4MB Ram var diye göbek atıyoruz… Adamın 16MB Edo Ram’i var.
Biz bu muhabbeti yaparken Yılmaz ve Okan bize laf atmaya başladı.
- Aq sizin ben ya. İnsan günaydın der, beyler nasılsınız der. Sabah sabah beynimizi s.ktiniz. Yok ekran kartı. Yok Windows yok disk bilmem ne. Oğlum akşam E sınıfıyla bahçede maçımız var. Eğer bugün de yenemezsek bu sınıfı, yemin ediyorum sizi teker teker sırayla döverim.
- Tamam abi ya. Geleceğiz maça. Bu sefer kesin gömeceğiz onlara.
- Hele bir gelmeyin ben size o zaman sorarım.
- Sen rahat ol. Bu sefer kesin çakacağız i.nelere.
- Her maç öncesi öyle diyorsunuz daha adamları yenemedik aq. Okulun en iyi takımı şu anda onlar.
- En iyisi biziz abi. Bizden iyisi yok.
- Malmısınız oğlum siz. Adamları daha yenemedik diyoruz, siz hala en iyisi biziz diyorsunuz. S.kerim belanızı. T..şak geçmeyin benimle.
Halbuki futbol hocam asfalt sahada maç yapmamamı bana sürekli tembihlemişti. Antrenmanlarıma düzenli olarak gidiyordum ve sınıfın en iyi oyuncularından biriydim. Ebocuk orta sahanın beyni, Burak tam bir forvet arkası orta saha, Arda klas bir sol ayak, ben ise gol makinesi olarak okulun en iyi oyuncularındandık. Hal böyle olunca da okulun en iyi iki takımından, daha doğrusu sınıfından biriydik… Diğer en iyi takım mı? Evet meşhur yenemediğimiz tek sınıf E… Öğlenci olan bu sınıfın en iyi oyuncusu futbol takım arkadaşım Argun Eser’di. Defansın bel kemiği de Vedat diye biriydi. İri yarı ve kimseye geçit vermeyen bir oyuncu. Kalecileri Bahadır ise panter gibiydi. E sınıfını bir türlü yenemiyorduk. En iyi sonuç berabereydi. Ve Yılmaz bizim kötü oynadığımız maçlarda tabiri caizse deliriyor, kendini kaybediyordu.

Artık ders saati yaklaşmıştı. Chip dergimize göz atarken hocamız sınıfa girdi ve yalandan da olsa derse odaklandık. Tarih dersi ciddi anlamda sıkıcıydı benim için. Arka sırada Burak ile oturuyordum ve önümüzde oturan Miray’a durmadan laf atıyordum. Mirayın yanında ise Funda oturuyor ve yaptığımız yaramazlıklara gülüp duruyordu. Bu derse başka türlü katlanacağımı da hiç zannetmiyorum. Zaman su gibi akıp geçince tenefüs zili çaldı ve hemen bizim grup bir araya gelip Chip dergisine göz gezdirmeye devam ettik.
- Ebocuk şu ses kartından bizde olduğunu düşünsene abi. Vibra 128. Yanına bir de Creative Desktop Theatre 5.1… Yeme de yanında yat yemin ederim.
- Abi çok pahalı ya… 3dFx incelemesine baksana. TNT kartlar ismi gibi geliyor. Editör 5 üzerinden 4 yıldız vermiş.
- İyi de AGP 4x portlu anakarta 8x takamayız ki? Bizim buna sahip olmamız için board’u değiştirmemiz lazım.
- Benim anakart BX çipsetti sanırım. Büyük ihtimal benim bilgisayara olur. Ama babam biliyorsun hafta içi bilgisayarı açmama izin vermiyor.
- İyi de abi senin board’la bilgisayar yasağının ne alakası var?
- Ne bileyim en azından içini açıp chipset’i net bir şekilde kontrol ederdik. Ya da BIOS’dan bakıp uyumluluğuna göz atardık.
- Aq tabi bok gibi paran var. Bakarsın chipsete. Sen kesin yapıştırırsın bir tane TNT VGA kart. Haftaya elinde bu kartla gelirsen şaşırmam zaten…
(Ve biz sohbete devam ederken arkadan Yılmaz’ın sesi yeniden yükselir…)
- Abi sizin ben başlayacağım bilgisayar muhabbetinize. Yeter be. Biraz sessiz olun. Tenefüste bile sizin saçma sapan muhabbetlerinizi mi dinleyeceğiz biz. Başlatmayın lan TNT’nize bombanıza… Ben size şimdi bir patlatacağım o zaman görürsünüz TNT’yi.
- Abi biz senin ülkü ocağı bilmem ne muhabbetlerine bir şey diyor muyuz? Sanane bizim bilgisayar muhabbetimizden.
- Lan Onur deli etme adamı. Yemin ederim gebertirim sizi. Sessiz sessiz konuşun. Kafamızın içine ediyorsunuz 3 senedir. Bilgisayar, bilgisayar, bilgisayar.
- Tamam abi ya. Sessiz oluruz. Sanki bir tek bizim sesimiz çıkıyor aq.
- Lan deli gibi ağzınızdan salyalar akarak bağıra bağıra konuşan bir tek sissiniz. Sessiz olmazsanız ben kısarım sesinizi.
Bir sonraki ders zili çalmıştı… Dersler ve tenefüsler birbirini kovalarken paydos saati yaklaşmıştı…
Ve sonunda beklenen zil. Dağılma vakti gelmişti. Ancak bizim planımız belliydi. Ebocuk ile beraber eve gidip sağlam bir AoE kapışması yapacaktık.
- Abi haydi acele et. Önce annemi arayayım da bir şeyler hazırlasın.
- Uğraştırma kadını. Sadece oyun oynar kafamıza göre takılırız biz.
- Kuru kuruya AoE olmaz abi. Abur cubur da alalım yolda giderken.
Ve o an Yılmaz seslenir…
- Onur, Ebrar… Akşamki maça zamanında gelin de beni deli etmeyin!
Tamam abi dedikten sonra, Ebocukla beraber evin yolunu tuttuk… Dönüş yolumuz belli. Oyuncakçılar çarşısının içinden geçip Eyüp caminin meşhur fıskiyesine gelmeden, dar bir ara sokaktan çıkıp, Sevim oyuncakçısına uğrayıp oradan da ışıklardan karşıya geçiip evin yolunu tutuyorduk… Günlük ritüelimizdi Sevim oyuncakçısına uğramak. En yeni bilgisayar oyunlarını takip edip CD değiş tokuşu yapıyorduk sürekli. Bir nevi oyun takas mekanımızdı orası. Dakikalarca CD’leri inceler, dergilerden takip ettiğimiz oyunları sipariş eder ve gelir gelmez satın alırdık. Sonra da ilk işimiz eve gidip o oyunları denemek olurdu. Bir şekilde amatör editör gibiydik biz. Durmadan uygulama veya oyun inceler dururduk.
Ancak bugün oyun almaya gitmemiştik. Thief isimli editörlerden övgüler alan oyunu sipariş etmeye gitmiştik. Siparişi verdikten sonra hızla evin yolunu tuttuk ve eve varınca bilgisayarın başına oturduk. Bu arada sabah anneme bilgi verdiğim için o önceden çayı demlemiş ve yanına da abur cubur almıştı. Biz tabi ki hemen bilgisarın başına oturup Windows 98’in açılmasını bekledik… (Hata vermeden açıldı.)
Ebocuk AoE CD’sini çıkardı ve bilgisayara taktı. Autorun.exe çalıştıktan sonra Play tuşuna basıp o muhteşem intro’yu izlemeye başladık. Intro’da Microsoft ve Ensemble Studios yazılarından sonra, iki ordunun kapışması ve sonunda elinde kılıcı ile ölen bir askerin yer aldığı muhteşem bir hikaye yer alıyordu. Gözlerimiz yine yaşarmış, heyecandan kalbimiz deli gibi çarpmaya başlamıştı. Hemen bir 4 kişilik harita oluşturup oyuna karanlık çağdan başlangıç yaptık. Çay servisimiz de tam istediğimiz gibi zamanında başlamıştı. Annem bu işi iyi beceriyordu.
Ebocuk oyunu oynarken ben stratejik fikirler verip oyunun gidişatında Ebocuk’a yardım ediyordum. Gözlerimizi ekrandan ayırmıyorduk. Sarımtrak 14inç analog monitöre gözlerimizi dikmiş, mouse’un çıt çıt sesleri ve klavye kısayollarıyla tam bir real time strateji ustası olmuştuk…
- Köylü bas abi, köylü bas… Adamlar bak puan olarak bizden gerideler. Daha asker üretmemiştir onlar.
- Tamam dur basacağım da et kalmadı. Bir kaç ceylan öldürmemiz lazım.
- Abi ceylanla falan uğraşma şurada yemiş ağaçları var. O kaynakları tüketelim. Sonra çiftlik kuracağız zaten.
- Abi orası tehlikeli. Düşman askerleri çakarsa orada olduğumuzu köylüler yalan olur benden söylemesi.
- Bas abi sen bas… Bak dediğim gibi yapalım. Kaynak patlaması yaşayacağız.
- Tamam abi dur iki köylüyü yolluyorum oraya…
- Yolla abi.
- Aq ya! Aslanın ne işi var orada. S..ti bıraktı köylüleri. Sana demedim mi ceylanları önce gebertelim diye.
- Abi ne bileyim orada aslan olduğunu. Bizim köylülerin mallığı. 2 adam bir aslanı öldüremediler…
- Hay ben böyle işe. 100 et zarardayız. 2 köylü talan oldu…
Zaman su gibi akıp geçiyordu. Bizim aklımızda ne E sınıfıyla yapacağımız maç, ne de maça gitmezsek p.tesi günü Yılmaz ve ekibinden yiyeceğimiz toplu dayak vardı…
- Abi sağ taraftan geliyorlar. Okçu bas okçu…
- Oğlum adamlarda katapult var. Okçular yalan olur. Bence süvari çıkaralım.
- Altın az abi. Kaç tane süvari çıkarabileceksin. Aq gören de diyecek ki altınlar içinde yüzüyoruz.
- Ya abi bir kaç tane çıkarsak sağ tarafı koruruz en azından.
- Sen şu sağ tarafa saldır ve şu dingil askerli yok et abi bence. Sonra oraya kule diker gelişlerini keseriz. Yeteri kadar taş kaynağımız var zaten.
- Tamam abi yolluyorum okçularla süvarileri…
Zaman farkında olmadan hızla ilerliyordu. Biz kendimizi oyuna öylesine kaptırmıştık ki… Ve bir anda Ebocuk’la beraber aynı anda beynimizde şimşekler çakar!
- Eyvah! Yılmaz ağzımıza s.çacak abi. Maçı unuttuk.
- Giyin abi giyin. Acilen okula gitmemiz lazım.
- Yetişemeyiz ebo. Koşarak gitsek 15 dakika sürer. Adamın söylediği saate 30 dakika takmışız zaten.
- Oğlum p.tesi linç mi edilmek istiyorsun. Koşa koşa gideriz. En azından maçın yarısına falan yetişiriz.
- Tamam koş koş aq. Yılmaz bu sefer s..tı ağzımıza.
Annem ne olduğunu anlayamamıştı bile. Biz kapıdan çıkarken durumu anlattık ve kadın şaşkın bakışlarla bizi uğurladı… Ebocuk ve ben depar ata ata evlerin arasından koşuyor neredeyse yokuşu uçarak iniyorduk. Zaman o an sanki durmuş gibiydi. Dalağımız koşmaktan şişmiş ama biz yine de zar zor nefes alarak ağzımızdan salyalar akarak okula koşuyorduk. Normalde hızlı tempo yürüyerek 20 dakika süren mesafeyi biz koşarak 2-3 dakikada kat etmiştik.
Okulun bahçesine gider gitmez üzerimize tekme tokat koşmaya başlayan birini gördük… Evet o kişi Yılmaz dı. Hem bağırıyor hem küfür ediyor hem tehdit ediyor hem de üzerimize koşuyordu. Şans mı desek ya da başka bir şey mi desek diğer çocuklar hemen onu yakaladılar da maç öncesi dayak yemekten kurtulduk. Çocuklar maça biz gelmedik diye başlamamışlar ve bizi beklemişler. Hepsi fena halde bize sinirliydiler. Ancak takımın en iyi iki oyuncusu olmanın verdiği avantajla maç öncesi dayak yemekten kurtulmuştuk. Ancak maçtan sonraki durumu bilemiyorduk.
E sınıfı hazır bir şekilde bizi bekliyordu. Rakip takımın en iyi oyuncusu ve benim kulüpten takım arkadaşım Argun’a laf sokmadan duramazdım.
- Lan Argun. Bugün koyacağız size kaçarınız yok.
- Oğlum sen önce maça zamanında gel de sonra konuş. Dayaktan zor kurtuldunuz.
- Oğlum ben sana antrenmanda sorarım. Pazar günü Hasköy maçımız var. Hoca bilse burada maç yaptığımızı öldürür bizi.
- 1 saat çift kale maçtan bir şey olmaz. Haberi olmaz merak etme sen.
- Bol şans diyeceğim ama bu sefer koyacağız oğlum size.
Ve işte kıran kırana bir maç… Rakip inanılmaz güçlü. Ancak biz de öyleyiz. Arda sol ayağını fena halde konuşuturyor. Çalımlar klas paslar klas şutlar. Ebocuk bir nevi Zidane gibi. Tüm toplar onda toplanıyor ve top dağıtıyor. Okan Özkan ise defansın bel kemiği. Kısa boylu ama inanılmaz atik. Atom karınca gibi. Yılmaz da iri cüssesiyle defansta top geçer adam geçmez mantığıyla dövünüp duruyor. Burak ise forvet arkası klas oyununu sergilemeye ve gol yollarında korkulu rüya olmaya devam ediyor. Top bir o kalede bir bu kalede. Rakip takımın defansı çok güçlü. Çoğu atağımızı iyi bir şekilde kesiyor. Ve güçlü ataklarla bize karşılık veriyorlar. Argun’u tutmakta zorluk çekiyorduk. 2-3 kişi arasından çok rahat çıkıp gol atabiliyordu. Bilekleri kesinlikle çok iyiydi. Ve artık maçın sonuna yaklaşıyorduk… Bu kez onları kesin yenecektik… Derken;
Maç sonucu… E sınıfı 7. C sınıfı 5.
Yine yenilmiştik. Yılmaz deliriyordu. Bize dalmamak için kendini zor tutuyordu. Laf sokmak, küfür etmek ona yetmiyordu. Ancak yenilgimizin bir sebebi vardı. Bu yüzden bize pek fazla bir şey de diyemiyordu. Alibeyköy sporda oynayan defansımızın bel kemiği ve kaptanı Okan sakatlanmıştı. Aldığı darbeden dolayı maçı bıraktı ve kara kara futbol hocasına ne diyeceğini düşünmeye başlamıştı. Okan’ın yerine giren kişi de pek verimli olamadığı için bu maçı kaybetmiştik. Bu gerçeği gören Yılmaz’da aslında bu maç sonu bize pek fazla yüklenmedi. Ama p.tesi günü kafasına eser ve sınıfın içinde bizi linç etmeye kalkarsa hiç şaşırmazdım.
Maç sonu hepimiz yorgun argın evin yolunu tutmaya balayacaktık ki, Argun bana inceden laf sokmaya başlamıştı.
- Aq, bir sefer de yenin be. Biz yenmekten bıktık siz yenilmekten bıkmadınız.
- Sen dua et Okan sakatlandı. Maç 5-5 gidiyordu. Yoksa bitmiştiniz siz.
- He oğlum he. Öyledir evet.
- Yarın antrenmana geç kalma. Pazar günkü Hasköy maçı önemli. İyi dinlen.
- Tamam görüşürüz.
Sonuçta Argun takım arkadaşımdı. Okul takımında ne kadar rakip oyuncumuz olsa da, futbol hayatımda aynı 11’de yer alıyorduk. Birbirimize ne kadar laf soksakta pazar günü aynı formayı giyecek ve beraber ter dökecektik… Artık evin yolunu tutma vakti gelmişti. Yol gözümde o kadar büyüyordu ki… Ciddi anlamda yorulmuştum. Maç öncesi zaten deli gibi koşmuş enerjimizin büyük kısmını o süre zarfında tüketmiştik. Ancak en azından Ebocuk’la beraber linç edilmekten de kurtulmuştuk.
Eve vardığımda güzel bir duş aldım ve bilgisayarımın başına oturdum. Yemek saati yaklaşırken annem hazırlıklara başlamış ve mutfaktan mis gibi yemek kokuları burnuma gelmeye başlamıştı. Babam da salata ile uğraşıyordu. Ben de bilgisayarın başında dergilerden çıkan CD’lerin içindeki uygulamaları test etmekle zaman öldürüyordum. Tek başımayken bilgisayarda yapmayı en sevdiğim şey uygulama yükleyip onları denemek ve kurcalamaktı. Tabi WinAMP’ı açmış sevdiğim mp3’leri de bu sırada dinliyor ve kendime güzel playlist’ler yapıyordum.
Yemek hazırdı ve annem seslendi… Ellerimi yıkayıp sofraya oturduktan sonra ailece güzel bir yemek yedik ve TV’nin karşısında yemek yemenin de verdiği ağırlıkla hafif bir şekerleme yapmaya başladım… Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı…
- Sanırım okçu yerine süvari basmalıydık o dingil düşmanı yok etmek için. Peki neden büyücü kullanmadık ki? Adamların katapultları çok güçlüydü ama. Haritanın en güzel yerini de ele geçirmişlerdi. Ah be. Ben Ebocuk’a demiştim bol bol okçu basalım diye… Dinlemedi beni. P.tesi yeni stratejiler belirlemeliyiz Ebocukla beraber.
- Oğlum ne sayıklıyorsun sen kendi kendine? Okçu, büyücü bilmem ne?
- Yok bir şey baba.
Sevgilerle…
“Onur SUSAN”
Lan 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
😘
BeğenBeğen
You are victorious.
BeğenLiked by 1 kişi
Ve beklediğim cevap gelir… 🤗
BeğenBeğen
Onur eda kim? Siniftaki Eda mi? Eda nur ates? Sanirim bir Eda daha vardi ama… yazgulu muydu soyismi? Yanlissam duzelt 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Yok Edanur değil. Blog takipçim Eda bu. Başka biri. 😊
BeğenBeğen
Tahminimce bilgisayarla fotoğraf çektiren arkadaşımız da Lk.
BeğenLiked by 1 kişi
O zamana göre hayalini kuramayacağımız bilgisayarlar olunca haliyle böyle fotoğraf çektiriyorduk Edacım 😂 Ebocuk’da boşuna poz vermemiş değil hani. Biz onun bilgisayarını ancak dergi kapaklarında görebiliyorduk…
BeğenBeğen
Güzel hatıra, güzel arkadaşlık.
BeğenLiked by 1 kişi